Madenlerimiz üzerindeki kara bulutlar

Turgutlu Çaldağı gerçeği ışığında

Madenlerimiz üzerinde kara bulutlar

 

Çevre korumacılık ve doğa sevgisi üzerine kalıplaşmış bazı sözler yerine, daha kapsamlı ve özel bir vurgu yapmaya ne dersiniz? Böylece doğa ve çevre düşmanlığının kökeninde yatan cehaletin, aslında kimlere ve nasıl hizmet ettiğini de derinlemesine irdeleyebilmiş oluruz. Örneğin; bir süredir Turgutlu'nun gündeminde önemli bir yer tutan Çaldağı'ndaki nikel madeni işletmesinin yaratacağı "çevre katliamı" konusu, aslında başlı başına emperyalist bir talan ve yağma olayı. Yaşanılması beklenen çevre dramı ise, bu yağma ve talan olayının doğal ve kaçınılmaz bir sonucu olacaktır.

Madenler, bir ülkenin gelişmişliğinin ölçütü sayılan sanayi ve enerji üretiminin temel hammaddeleri. Doğrudan yarattıkları fayda yanı sıra, istihdam ve katma değer yönüyle de ülke kalkınmasında yeraltı kaynaklarının çok önemli, hatta kimi zaman belirleyici rolleri var. Ancak her alanda olduğu gibi, bu alanda da üğretim ilişkileri belirleyici durumda. Ama, doğası gereği tüm toplumun, halkın malı olması gereken bu zenginlikler, genelde mülkiyet ilişkileri nedeniyle, egemen sınıfların ya da işbirliği içinde oldukları ulus ötesi (çok uluslu) şirketlerin hizmetinde ya da kontrolü altında.

Sanayi hammaddeleri talanı, emperyalizmin klasik sömürü alanlarından biri. 
Bu alanda iki yönlü bir sömürü söz konusu hatta: Yerli işbirlikçileri aracılığıyla sömürge veya yarı-sömürge ülkelerden çok ucuza temin edilen hammaddeler işlenerek, kendi konrollerindeki piyasa mekanizmalarında belirlenen fiyatlarla yine aynı ülkelere mamul madde olarak satılmakta. Bu sistem, emperyalizm tarafından bugün yine acımasız bir şekilde sürdürülüyor. Değişen ise sadece bu maddelerden yapılan üretimin dünya yüzündeki coğrafyası. Bunda, bu ülkelerde yoğun hammadde ve enerji tüketen sanayilerin yarattığı çevre kirliliklerine karşı kamuoylarının özellikle 1980 yılından itibaren yoğunlaşan baskıların etkisi olduğu gibi, asıl belirleyici olan faktör ulus ötesi şirketlerin azalan kar payları nedeniyle kapitalizmin süregelen bunalımlarını ertelemek zorunda olmalarıdır. 

1980’lerle birlikte dünya kapitalist sistemi, içine düştüğü yapısal krizden çıkmak ve azalan kar paylarını artırmak için hızla “globalizm”, “küreselleşme” ve “yeni dünya düzeni” adları altında bir dizi uygulamayı başlattı. Geliştirdikleri bu ideoloji gereği, yerli işbirlikçileri vasıtasıyla bir çıkmaz içine düşürülmemiz sonucu, yoğun propagandalarla toplumumuzun da gündemine sokulan özelleştirme uygulamaları; yoksullardan varsıllara, emekçilerden sermayeye, az gelişmiş ülkelerden ulus ötesi emperyalist tekellere yeni bir kaynak aktarımı anlamına gelmektedir. Kapsamlı bir yeniden yapılandırma programı olan bu politikaların Türkiye’de uygulanmasına Amerikancı 12 Eylül Darbesi'nin yapılmasının bir başka nedeni olan 24 Ocak kararları ile başlanmış, 12 Eylül sonrası bu programın uygulanma garantilerinin toplumsal koşulları oluşturuldu. 

Ülkemizin jeolojik yapısı, küçük-orta rezervli ancak çok çeşitli maden yataklarının varlığına olanak tanımaktadır. Ayrıca ülkemizde başta dünyada söz sahibi olduğumuz bor ve kromit olmak üzere önemli miktarda ekonomik olarak işletilebilir mermer, trona, zeolit, ponza, sölestin ve toryum rezervleri olduğu biliniyor. 

Yaklaşık 8000 yıllık madencilik geçmişi olan ve uzun süre mostra madenciliğinin hakim olduğu Anadolu’da, özellikle 18. yüzyılın başından itibaren zamanla hızlanan bir oranda kolaylıkla çıkarılan kaynaklarımız yağmalanmış olduğundan, bugün artık maden aranması, bulunması ve işletilmesi büyük maliyetlere yol açmakta, yeraltı işletmeciliğini zorunlu kılmakta. Hiçbir zenginleştirme ve mamul madde üretimi sürecine sokulmadan Anadolu’nun damarlarından koparılıp, gemilerle yangından mal kaçırırcasına yıllarca “Batı” ya sevk edilen bu zenginliklerimizden ne yazık ki artık bahsedilemiyor. Bu anlamda madencilik çalışmaları daha fazla bilgi, yatırım, teknoloji, koordinasyon gerektiriyor ve yatırım riski taşıyor. Bu durum, madenlerin işletilmesinde karı azamileştirmek için işin kolayına kaçan “özel girişimci”ler yerine, “ülke çıkarları”nı gözeten “kamu girişimciliği”ni rasyonel kılmaktadır. 

3 Kasım seçimi ile iktidara gelen Ak Parti İktidarı ise, son yıllarda artık alenen sürdürülen IMF ve Dünya Bankası güdümlü esaret ve bağımlılık politikaları sürdüreceğini, gerek Acil Eylem Planı gerekse "Hükümet Programları"nda yer alan madencilik ile ilgili şu ifadeleri ile açıkça deklere etmiştir: “Madencilik sektöründe; arama faaliyetlerine ağırlık verilerek ekonomik olarak işletilebilir maden rezervlerimizin artırılması, sanayi ve enerji sektörlerinin hammadde taleplerinin ucuz ve güvenli bir şekilde sağlanması ve işlenmiş mal ihracatımızın artırılması sağlanacaktır. Altı ay içinde ise Bor İşletmesi özerk bir yapıya kavuşturulacaktır. İlk bir yıl içinde madencilikte özelleştirme çalışmaları sonuçlandırılacaktır. Ayrıca, kamuya ait ruhsatlı maden alanları tedricen özel sektöre devredilecektir.”

Bor, küreselleşme ideolojisinin madencilik alanındaki uygulamalarının yumuşak karnı olarak da tanımlanmaktadır. 150 yıldır üzerinde mücadele edilen bu yeraltı zenginliğimiz için, 1978 yılında kazanılan mevzi kaybedilmek üzere. Çünkü mevcut sistem sürdüğü müddetçe yeraltı kaynaklarımızdan yaratılacak değer, işletmeler ister devlet, ister özel mülkiyette olsun “son aşamada” egemen sınıflara ya da işbirliği içerisinde oldukları ulus ötesi şirketlere aktarılmaya çalışılacaktır.
 

 
Bor madenlerimiz de peşkeş çekildi!

Bor madenlerimiz nerede, ne zaman ve nasıl "gizlice" pazarlandı?
Başbakan Erdoğan,
dünyanın bir ucu Avustralya'da bor madenlerimizi "gizlice" pazarladı! 2005 yılı Haziranında Avustralya ile yapılan "Türkiye-Avustralya Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması"nın 10ncu maddesi Erdoğan'ın gizli pazarlığını ortaya koyuyor. Gizli anlaşmadaki maddeye göre; ABD sermayeli Rio Tinto'nun kontrolündeki Avustralyalı madencilik tekeli BHP-Billiton, bor madenlerimize sahip olacak.    Yazının tamamını okumak için tıklayınız

Gerçek sahibi halkımız olan ve yenilenemezlik özelliğinden dolayı gelecek nesillerimizin de hak sahibi olduğu madenlerimiz kamu eliyle işletilmeli, bu alanda faaliyet gösteren kamu kuruluşlarının "arpalık" olarak kullanılması nedeniyle, özelleştirmelere gerekçe olarak sunulmasına yönelik, yıllardır bilinçli olarak uygulanan politikalara karşı ulusal güçlerle oluşturulacak organizasyonlarla direnilmelidir.

Turgutlu Çal Dağı'ndaki nikel madeni araştırmalarına da işte bir de asıl bu nedenle karşı çıkılmalıdır. Sorunu sadece çevreci bir yaşlaşımla, çevre kirlenmesine bir tepki şeklinde yansıtıp böylesi bir dar kalıba sıkıştırmak ciddi bir hata olur. Çünkü, burada aslolan "emperyalist talan" olayıdır
 

15 Temmuz 2007

 

   
 

 
  
 

Gediz Vadisi'nin yok olmasına izin verme!

 
 

Geri dön

   
   

Yorumlar - Yorum Yaz