Alkış ve övgünün dayanılmaz hafifliği

ALKIŞ ve ÖVGÜNÜN
DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ
İnsanların sahnenin önünde yer aldığı bir çok meslek gibi politika da alkış ve övgü ile beslenen bir meslek. Kulaklar hep alkışa alışır. Sürekli övgü duymak, hep onaylanmak bir politikacı için yaşamın tadı-tuzu ve her şeyi olur.
Ama işte bütün bunlardan dolayı da bir süre sonra bu noktada bir sağırlık da başlar. Sonra da ardından körlük gelir…
Doğal savunma mekanizmaları alkış ve övgü dışındaki her türlü sesin kulaklarından girip beyinlerine ulaşmasını önlemeye başlar. Tek tük alkış bile artık en güçlü gök gürültüsü gibi algılanmaya başlanmıştır. Yarım ağız bir övgü, o gece için en güçlü uyku ilacından bile daha rahat ve derin bir etki yapar. Meclis’te ise hep bir sağırlar diyalogu, sağırlar sövüşmesi sürer durur…
Çünkü siyasi sağırlık ile birlikte bir süre sonra siyasi körlük de başlamıştır. Gözler, artık sadece istediğini görür. Hiçbir olumsuz görüntü, onların gözlerinin retina tabakasını bile aşıp beyinlerine ulaşamaz.
İşte bu noktada sağırlık ve körlük devreye girdiğinde, eleştiriye karşı asla tahammül de olmaz. Basında hoşa gitmeyen haberler “düşman kuvvetlerin bir oyunu” gibi algılanmaya başlanır. Hatta bazı yazarlar “aklından zoru var” diye bile damgalanır veya “vatan haini” diye suçlanır.
Yani sonuçta sağırlık ve körlük ile birlikte artık algılama da değişmeye başlamıştır. Gerçek, bu noktada olduğu gibi algılanamaz. Gerçeklik duygusu da yitirilmiş durumdadır. Ki bu da kendisi için en vahim ve korkunç olan noktadır.  Çünkü bu aşama, bir çeşit “paranoya”nın doğum noktasıdır…
Ne var ki insanoğlu politika ile birlikte iktidar koltuğu denilen şeyi icat ettiğinden beri bu oyun oynanıp duruyor hep böyle. Oyunun adı da, hepimizin bildiği gibi “demokrasicilik oyunu”.
Sadece alkış ve övgü ile beslenen, eleştiriye asla tahammülü olmayan, hoşgörüsüz bakan siyasi hayatlar, giderek hızlı bir emekliliğe doğru sürüklenmeye başlar böylece. Bu kez kendilerini ufukta bekleyen sadece siyasi emeklilik veya siyasi iflas olacaktır. Üstelik de alkışsız ve övgüsüz.
Bu oyunda kendilerine hep seyirci rolünü benimsemiş, olup bitene hep seyirci kalanların, geçmişte hep alkış ve övgülerle politikacılarını bu kadar şımartmış olan seyircilerin tek icraatı ise, şimdi de küfür ve yuhalamadır sadece. Çünkü... Seyircilikten vazgeçmiş, halk olduğunu keşfetmiş bir topluluk vardır artık.
Yani halk sonunda kendisinin en büyük güç olduğunu keşfedince…
Aslında “modern padişahlık” anlamına gelen başkanlık sistemine ülkeyi götürmeye ve kendisini de diktatörlüğe hazırlayan Başbakan Erdoğan’ın ne duruma düştüğüne, ne kadar da alay konusu bir hale geldiğine bakın hele…
Halk kendisinin halk olduğunu keşfederse...
Bütün diktatörler bir gün maskara olmaya mahkûmdur zaten…
10 Haziran 2013    

Yorumlar - Yorum Yaz