Seçim ve ikilem

Seçim ve ikilem
2007 yılına Türkiye geçmiş yıllardan farklı bir şekilde girdi. 
Yeni yıl, Türkiye için seçim yılı.  
Önce Çankaya’nın kimliğini belirleyecek cumhurbaşkanlığı seçimi, ardından da iktidarın kimliğini belirleyecek genel seçim, ülkenin geleceğini belirleyecek öneme sahip. Bu bakımdan, bu yeni yılın Türkiye Cumhuriyeti için bir kader yılı olabileceğini bile söyleyebiliriz.
Siyasetin ve medyanın gündemi, bir süredir zaten seçimlere endeksli. Bir yanda "erken seçim“, bir yanda "cumhurbaşkanı nasıl biri olsun“, öte yanda New York Times’ın da adının karıştırıldığı "yüzde 50 darbe olabilir“ gibi tartışmalar gündemden hiç düşmüyor. Bu toz duman içinde çeşitli senaryolar da bol miktarda hayatımızı kuşatmaya başladı.
Öyle görülüyor ki seçimlere doğru yaklaşıldıkça da, hayatımıza daha yeni senaryolar ve tartışma konuları sokulacak. Hem de, toplumun yapması gereken asıl seçimin ne olması gerektiğini gözlerden kaçıracak şekilde, bazı senaryolara zemin hazırlayabilmek için, toplum yine soyut ve suni gündeme kilitlenip, yanlış konuları tartışır hale getirilecek.
Bir yanda işbirlikçi AKP iktidarınca laiklik ve cumhuriyetin altının oyulması ile din devleti oluşturma çabaları, öte yanda bir kısım çevrelerce "aman laiklik elden gitmesin“ diye darbe çığırtkanlığı yapılması, Türkiye’nin cumhuriyet tarihi boyunca en zor dönemece geldiğini gösteriyor. 
Evet, tarihin en kritik seçimine doğru gidiliyor.
Ama… Aslında toplumun daha önce yapması gereken bir başka seçim var. 

Bu seçim de, genel anlamda oy sandıklarının ortaya konulup da vatandaşın oy kullanarak yaptığı bir seçim değil. Bunu, toplumumuzun içine sıkıştırıldığı bir "ikilem“ olarak tanımlamak gerekir.  İşte asıl kritik konu da bu!
Son yılların gerilimi, tartışmaları tek bir noktaya getirip, burada yoğunlaştırdı: 
Demokrasi mi? Laiklik mi?
İşte, toplumun asıl buna bir karar vermesi isteniyor.
Bu kritik ikilem, yıllar önce gördüğüm "Sophia'nın seçimi" adlı bir filmi anımsatıyor. Film, şu tema üzerine kurulu: Hitler döneminde, Naziler, toplama kampına attıkları bir anneyi oğlu ile kızı arasında bir seçim yapmaya zorlarlar. Kendisinin özgürlüğüne kavuşabilmesi için tek koşul budur. Ancak, annenin kendisiyle birlikte gelmesi için seçtiği çocuk yaşayacak, diğeri ise ölecektir!

Şimdi, laiklik ve cumhuriyet sistemli bir saldırı altındayken, "olsun, nasılsa demokrasimiz var, zamanla toparlanırız“ mı diyeceğiz? Yoksa, "varsın demokrasi bir süre olmayıversin, yeter ki laiklik kurtulsun“ mu diyeceğiz?

İşte topluma dayatılan "ikilem“ budur ve yapılacak her iki seçimle de buna toplumun buna bir karar verilmesi isteniyor. Yani, kırk katır mı istersiniz, kırk satır mı? Takunya mı, postal mı? Toplumun içinde düşürüldüğü şu ikileme bakın? 83 yıllık cumhuriyetin ve tarihte emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş bir toplumun kaderi, kışla ile cami arasına sıkışıp kalmış!

Peki, bu  «ikilem» doğru mudur? Kabul edilebilir mi ?
Bu durumun tek nedeni, ülkenin bozuk düzenidir. Bozuk düzenin, çarpık kapitalist sistemin yarattığı ve demokrasi özürlü devlet yapısının da topluma dayattığı bir ikilem bu. Öyleyse, bozuk düzenin yaratıp, anti-demokratik yapının dayattığı bu ikileme bizim razı olmamız gibi bir şey söz konusu olamaz. Bizim tercihimiz, insanca ve hakça bir düzen ve demokratik, laik bir hukuk devletine dayanan bir cumhuriyeti ise, seçimimiz de "gerçek demokrasi“ olmalıdır.
Bozuk düzenin dayattığı ikileme ve tuzağa düşmemek için, tüm demokratik güçlerin uyanık olma zorunluluğu var. Ne demokrasiden vaz geçilmelidir, ne de laiklikten! Kaldı ki, laiklik, demokrasinin olmazsa olmaz en temel koşulu. Bu iki gerçeklik, tıpkı birbirine kafadan yapışık yaşayan "Siyam ikizleri“ gibidir. Yani, asıl yaşaması için seçilen çocuğun, diğeri olmadan yaşayabileceğinin hiç bir garantisi yok!
Bu toplum, kendisini karanlık bir tuzağa düşürecek bu ikilemi reddetmeli, hem laiklik ve hem de demokrasiyi, ikisini de bir arada istemelidir. Bugünkü karanlığın asıl sorumlusunun 12 Eylül olduğunu da çok iyi öğrendi Türkiye! Ve asla Sophia kadar da çaresiz değil!
Ama bugün itibarıyla da geleceğini belirleyecek tarihi bir sınava doğru da sürükleniyor. 
AKP zihniyetinin Çankaya’yı da kuşatarak yaratacağı din devletini nasıl "demokrasinin kurtarılması“ olarak görmemiz söz konusu olamazsa, askerin darbe yapıp yönetimi ele almasını da "cumhuriyetin kurtarılması“ olarak kabul etmemiz mümkün olamaz!
Bu iki tuzağa da düşmemeliyiz!
Dolayısıyla; Türkiye Cumhuriyeti’nin kaderini belirleyebilecek bir nitelik ve öneme sahip önümüzdeki her iki seçim öncesinde, toplumu bekleyen bir başka tarihi sınav var:  Bozuk düzenin ve çarpık kapitalist sistemin dayattığı bu tuzaktan kurtulabilmek, ikilemi doğru çözebilmek…
Peki, toplum bu kadar çaresiz olabilir mi? Elbette ki HAYIR
Toplumu bu tuzağa düşmekten kurtarabilecek ve ikilemi doğru çözebilecek tek potansiyel güç, demokrasi güçleridir. İkilemden tek çıkış yolu da bu güçlerin sürece sivil bir inisiyatif kullanarak müdahale edebileceği koşulları oluşturabilmesidir. 
Bu sivil inisiyatifin sürece müdahalesindeki hedef ise; karşı devrimin bayrağını Çankaya’ya dikmeye hazırlanan işbirlikçi AKP iktidarının bu oyununu bozmak ve erken seçime zorlamak olmalıdır. 
Artık, hareket halinde bir "toplumsal uyanış“ ve "erken seçim istiyoruz“ diyen bir toplumsal muhalefet yaratılması zorunlu hale geldi. 2007 yılı, Türkiye'yi bir ağ gibi saran gericiliğe ve onu besleyen ardındaki güç olan emperyalizme karşı bir mücadele yılı da olmalıdır.  
Sonuç olarak; demokratik güçler için gündem "birlik“ olmalıdır. 
Söylem de, "sensiz olmaz“ ve 
Felsefe ise; "birlikten kuvvet doğar!"
Çünkü; TEHLİKE açıkça ortada!
15 Ocak 2007      

Yorumlar - Yorum Yaz