Gediz ölürse katili kim olur?

Gediz ölürse, katili kim olur?

Gediz Nehri can çekişiyor! Ama yalnız başına olmayacak ve olmuyor bu ölüm! Gediz yalnızca ölmüyor, öldürüyor! Çağlardır etrafında yaşayan canlıları doyuran bir bereketi armağan etmesi karşısında kendisine yapılan bu zulme başkaldırırcasına, adeta intikam almak istercesine. Yani Gediz ölmüyor, aynı zamanda öldürüyor da! Peki Gediz Nehri ölürse, bu durumda katili kim olur?

Siyasi iktidarların ve yerel yönetimlerin toplumun değil sermayenin çıkarını kollayan tutum içinde olmaları, çarpık sanayileşme anlayışının ülkemizde bu kadar etkin hale gelmesinin bir nedenidir. Örneğin yasalar olduğu halde mevcut yasaların göz ardı edilerek bu uygulamalara göz yumulması, hatta sermayenin çıkarı doğrultusunda doğanın talan edilmesinin önünü açacak yasalar çıkarılması, hiçbir arıtma tesisi kurmayan sanayi kuruluşlarına çalışma ruhsatı verilmesi vb. örnekler yaşanılan çevre dramlarının ardındaki nedenler arasındadır.

Gediz Nehri'nin 160 km.lik bölümü Manisa ili sınırları içinde. Dolayısıyla bu konuda en ciddi ve ileri adımın öncelikle Manisa ve ilçelerinden başlatılması zorunlu. Bu konuda bir başka çözüm de Gediz Havzası'nın sit alanı ilan edilmesi olabilir.



1998 yılında bir dizi çevreci röportaj ve söyleşi yaptığım o dönemki Manisa Valisi Muzaffer Ecemiş, devlet tarafından Gediz'in kurtarılması için yeterli destek ve ödenek sağlanacağı konusunda hiç de umutlu görünmüyordu. Ama bir hayali vardı Ecemiş'in: Gediz Nehri ve çevresinin tamamen sit alanı kapsamına alınması. "Olumlu sonuç alınabileceğini ve Gediz'i ancak böyle kurtarabileceğimizi umuyorum" diyor ve sonra da ekliyordu: "Bu konuda herkesten destek bekliyorum!" Beklediği desteği alabilmiş miydi peki? Maalesef hayır!

Konuya duyarlı bazı sivil toplum örgütlerinin katılımı ve öncülüğüyle, medya desteği de sağlanarak "Gediz ölmesin, öldürmesin!" sloganı ve mesajı altında Gediz'in doğduğu yerden başlayıp Ege Denizi'ne döküldüğü Menemen ilçesine kadar süren bir yürüyüş yapıldı. O dönemde gündeme gelen bu çabalar, sadece Gediz Nehri'nde olağanüstü düzeyde kirlenme olduğuna dikkatleri çekmeyi ve kirlenmedeki en büyük faktör olan deri atölyeleri ve fabrikalarına arıtma tesisi kurabilmeleri için süre verilmesini sağlayabilmişti sadece. Sonrasında ise ne yazık ki herşey yine unutuldu. 



Ama bir gerçeği vurgulamak gerekirse, ülkemizde çevrecilik açısından toplum ve devlet olarak sınıfta kalmış bir haldeyiz. Çevresel sorunlarımıza karşılık, çevreye karşı duyarsız bir toplum olduğumuz görülüyor. Yani, Gediz Nehri'nin dramı Türkiye'de tek değil aslında. 1998 yılında ülkemiz genelindeki akarsular üzerinde yapılan bir araştırma acı bir gerçeği ortaya koyuyor: Akarsularımızdaki kirlenme olağanüstü boyutlara varmış durumda! Araştırmaya göre, Türkiye'de kirlenmeyen, ya da daha doğru deyişle, kirletilmeyen bir tek akarsu yok! Bunun temelindeki nedenler de hep aynı nedenler: cahil ve duyarsız insan faktörü ile çarpık sanayileşme, ülkemizdeki en büyük çevre katliamcısı olarak karşımızda...

Gediz Havzası'nda yaratılan çevre dramı, yalnızca doğal su kaynaklarının kirletilmesi veya Gediz Nehri ile sınırlı değil. Bu bölge toprağının çok yönlü bereketi, aynı zamanda sanayide de bir hammadde olarak kullanılması özelliği nedeniyle yaşanılan bir başka çevre dramı daha ortaya çıkartıyor: Tarım topraklarının amaç dışı kullanılması! Bu da özensiz ve denetimsiz çalışan kum ocakları ile fabrikaların sanayi hammaddesi olarak verimli tarım topraklarını kullanması sonucu ortaya çıkan bir başka sorun. Yani toprak talanları da var yaşanılan çevre dramında!

Sonraki yazı: Çarpık sanayileşme ile vahşi madencilik buluşunca


Yorumlar - Yorum Yaz