Sihirbaz Doktor

   İBN  İ      Cİ  NN  İ   
Sihirbaz Doktor

1969 yılında yaş haddinden emekli olduğunda, memleketi olan Turgutlu’ya gelip yerleşmeye karar vermişti. Ancak, kendisini adadığı insanlık hizmeti, emeklilik yıllarında her şeyden elini eteğini çekmiş bir şekilde yaşamasına izin vermiyordu. Bu nedenle, Turgutlu’da bugünkü Namık Kemal İlköğretim Okulu’nun hemen karşısında bulunan 2 katlı evinin giriş katını muayenehaneye dönüştürüp, Turgutlulu hemşehrilerinin sağlık hizmetinde bulunmayı da sürdürdü. 

Bu süre içinde Turgutlu’da yaptığı mucizevi tedavilerle de ün kazandı. Evine yarı sakat biçimde giren bir çok kişinin dimdik yürüyerek çıktığına çoğu kez tanık olunmuştu. Bu yüzden de kimilerince kendisine “sihirbaz doktor” lakabı da takılmaya başlanmıştı. Soyunun kullandığı “İbn-i Cinni” ya da “Cinnizade” ünvanlari dolayısıyla, babasının “Cinni Hoca” olan lakabını yanlış bir telaffuzla “Cinci Hoca”ya dönüştüren bir kısım halk da, İbn-i Cinni Op. Dr. Dinçsoyun bu tür mucizevi tedavi yöntemleri dolayısıyla sihirbaz bir doktor olmasına hiç şaşırmıyor, hemen kendilerine göre bir yorum ve yakıştırma geliştiriveriyordu. Öyle ya, o, kimilerince evliya mertebesine yükseltilen Cinci Hoca (Cinni Hoca)’nın oğluydu ve bu tür mucizevi tedaviler yapabilmesine bu yüzden hiç de şaşmamak gerekiyordu...

Oysa, işin bütün sırrı, akupunktur tedavisindeydi
Tıp biliminin henüz bugünkü kadar ilerleme kaydedemediği o yıllarda, derin ve engin tıp bilgisiyle herkese şifa dağıtacak kadar engin bir bilim adamı olan Op. Dr. Dinçsoy, akupunktur tedavisinin henüz bilinmediği o günlerde, bazılarının “iğne tedavisi” dediği akupunktur yöntemiyle mucizeler yaratabiliyordu. Sohbetlerimiz sırasında, kendisine bu yüzden “sihirbaz” denilişini hep gülerek anlatırdı.

Güzel ve anlamlı rastlantılar, onun hayatındaki en önemli ayrıntılardı belki de. “Yaşamım çok güzel ve anlamlı rastlantılarla dolu” derdi. Bunlar arasında Mustafa Kemal’le ilgili olan anılarını ise hiç unutamamıştı. 

İlk kez 26 Ocak 1923’te henüz 9 yaşındaki bir çocukken Turgutlu’da kendisine çiçek verdiği Mustafa Kemal’le daha sonra yine hiç unutamayacağı karşılaşmaları olmuştu. 
İzmir Erkek Lisesi’nde okurken, okullarını teftişe gelen Mustafa Kemal’le bir kez daha burada karşılaşmış ve sınıfta sorduğu bazı soruları yanıtlamış, 1933’te, Cumhuriyet’in 10. Yıl kutlamalarında, bu kez de üniversitenin öğrenci temsilcisi olarak Çankaya’daki törene katılmış ve Mustafa Kemal’in burada da bir üniversite öğrencisi olarak elini öpmüştü. 

Hayranı olduğu Mustafa Kemal’le son buluşması ise, yedek subaylığını yaptığı sıraya rastlamıştı.  Ama bu kez, Mustafa Kemal, fiziki olarak değil, sadece manevi olarak hayattaydı. Yedek Subay Hekim olarak Mustafa Kemal’in katafalktaki nöbetine giden M. N. Dinçsoy, İstanbul’dan Ankara’ya uğurlanış törenine de refakat etmişti. Son olarak da 10 Kasım 1953’te Mustafa Kemal’in Etnoğrafya Müzesi’nden ebedi istiratgahı olarak Anıtkabir’e nakledilmesi sırasında da görev almış ve O’nu sonsuzluğa uğurlamıştı.
Son görüşmemiz

Sevgili Dinçsoy’u her zaman hayatında kuralları olan ve bu kuralları büyük bir titizlikle uygulayan bir kişi olarak da anımsıyorum. Örneğin; bu kurallardan biri her yıl 10 Kasım günü mutlaka Anıtkabir’e giderek Mustafa Kemal’in manevi huzurunda kendisini ziyaret etmekti. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı da hep Türkiye’nin kalbi Ankara’da izlemeyi bir alışkanlık haline getirmişti. 

Kendisiyle son görüşmemiz de 2000 yılı Eylül ayı içinde olmuştu. Her yıl sonbaharın gelişiyle birlikte baştan aşağı tedavisi için yine Ankara’ya giderdi. Evlerindeki o görüşmenin son görüşmemiz olacağını bilemezdim elbette. Öylesine enerjik, sağlıklı, neşeli ve dinçti ki... 

Ankara’ya gideceğinden söz ederken, daha sonra İstanbul’daki çocukları ve torunlarının da yanına geçeceğini, oradan Ekim ayında tekrar Ankara’ya dönerek 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı izleyeceğini söylemişti. 10 Kasım günü de Anıtkabir ziyaretini yapacağını söylerken, “Bu durumda ancak Aralık ayında görüşebileceğiz demektir” demiş ve ardından da neşeli bir sesle ünlü Ankara Marşı’nı hafif hafif mırıldanmaya başlamıştı: "Ankara'nın taşına bak / Gözlerimin yaşına bak..."

29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı törenlerini izlemek için Ankara’da olmayı, ayrıca 10 Kasım'da da Anıtkabir'i ziyaret etmeyi planlanlıyordu. Ne var ki; o yılın Cumhuriyet Bayramı’nı göremedi. Çünkü; o sabaha karşı gözlerini tamamen kapamıştı...

2000 yılında, kızı Ş.  Tanju Dinçsoy'un evinde 28 Ekim'i 29 Ekim'e bağlayan sabaha karşı hayata gözlerini yummuştu sevgili dostum. Bu acı veda anısını şöyle anlatıyor kızı: "Geceyarısı saat 03.30 sıralarında beni kaldırarak ağrısı olduğunu söyledi. Hemen ambulans çağırdım, ama ne hikmetse ambulans 45 dakika gelmedi. Ben, damadı olan eşim ve eşi Perihan Hanım'la konuşarak ruhunu teslim etti. 29 Ekim için Ankara'ya gidip Cumhuriyet Bayramı merasimine katılmak istiyordu. Ama olmadı. Vasiyeti üzerine Turgutlu'ya gittiğimizde ise 29 Ekim Belediye Bandosu ve okul töreniyle karşılaştık..."

Onun ölümüne inanmakta güçlük çektiklerini anlatmıştı kızı: “Bir gece önce öylesine neşeliydi ki. Ertesi gün Cumhuriyet Bayramı olduğu için çok sevinçliydi. Bize Atatürk ile olan bütün hatıralarını anlatmıştı...” 

Sevgili eşi Perihan Hanım, “Doğumu da, ölümü de anlamlı günlere rastladı...” demişti.  
23 Nisan günü doğduğunu söylemekten mutluluk duyardı sevgili Dinçsoy. Ölümü de 29 Ekim günü olmuştu. Cenazesi, Turgutlu’ya getirildiğinde, evinin karşısındaki Namık Kemal İlköğretim Okulu öğrencileri tarafından saygı duruşunda bulunulmuş ve bir karşılama töreni hazırlanmıştı.

Vefatının ardından yazdığım makale:   Son Cinni         
Tek tesellim, ölümünden bir yıl önce, kendisini çok duygulandıracak şekilde onurlandırılmasını sağlamış olmam. 1999 yılında, Mustafa Kemal’in ilçemizi ziyaretinin 76. Yıldönümü dolayısıyla, 26 Ocak’ta düzenlenen bir etkinlikte, dönemin kaymakamı Orhan Işın eliyle ADD tarafından kendisine bir onur plaketi verilmiştir.

Kurucu üyesi olduğum Atatürkçü Düşünce Derneği yönetimine, o yıl 26 Ocak dolayısıyla düzenlenen etkinlikte, Op. Dr. M. Niyazi Dinçsoy’a bir “onur plaketi” verilmesini önermiştim. 

Ve ADD ile Kaymakamlığın katkıları sonucu 26 Ocak akşamı düzenlenen “Atatürk’ten Hatıralar ve Şiirler” programına önerim üzerine “onur konuğu” olarak davet edilen sevgili Dinçsoy, gecenin sonunda “genel olarak insanlık için yaptığı hizmetler ve özel olarak da Atatürkçü düşünceye yaptığı katkılar” dolayısıyla, ADD’nin armağanı olarak bir “onur plaketi" ile ödüllendirildi. Bu etkinlikte arıca "Turgutlu tarihini ilk aydınlatan kişi" olarak da ilan edilmiştir.

Kaymakam Orhan Işın eliyle takdim edilen “onur plaketini” aldığında gözyaşlarını tutmakta zorlanmıştı. Çünkü bu jestin anlamı onun için gerçekten çok büyüktü: 26 Ocak 1923 günü Turgutlu’yu ziyareti sırasında Mustafa Kemal’e verdiği o bir demet çiçek, 76 yıl sonra kendisine bir “onur plaketi” olarak geri dönüyordu... 

Opr. Dr. M. Niyazi Dinçsoy, plaketi ile
Eylül ayında evinde yaptığımız o son görüşmede, gazetede yayımlanmasını sağlamam için bir makale vermişti. “Ben Unutmadım, Sen De Unutma” başlıklı makalesini, onun biyografisine ekleyerek, sözü “Son Cinni”ye bırakıyorum.
  M. N. Dinçsoy'un bu makalesi için tıklayınız: Ben unutmadım, sen de unutma!
 
Hakkında daha fazla bilgi için yazılar

Yorumlar - Yorum Yaz