Neden Turgut Bey değil de, Şeyh Turud

Turgut Bey değil de Şeyh Turud


Derviş

Yöremize yerleşen ve adını veren ilk Türk aşiretinin kimliği konusundaki tüm yanılgıların başlangıç noktası, günümüzde kullanılış şekliyle "Turgutlu" adından yola çıkılarak bir araştırma yapılmasına dayanıyor. Çünkü genelde Anadolu'nun Türkleşmesi sürecinde hemen her yerleşim yeri, bir Oğuz geleneğine göre bu bölgeye yerleşen Oğuz boyunun, aile veya oymak ile aşiretin başında bulunan kişinin adıyla adlandırılır.

Tüm bunlar gösteriyor ki, "Turgutlu" adının verilmesine ilişkin, genellikle Anadolu’ya yerleşen Türkmen (yörük) gurupların adlarının izlenmesi ya da bu adlara göre bir yerleşim yapıldığı şeklinde bir “mantık yürütme” söz konusu olmuş. Yöremize ilk yerleşen ve adını veren aşiretin kimliğini vurgulamak için de "Turgutlu" adı bir kılavuz alınmış.

İşte bu da araştırmacıların yanılgı içine düşmelerine neden olan bir ayrıntı. Oysa tüm tarihi kayıtlarda yöremiz "Turgutlu" olarak değil, "Turudlu" olarak geçmektedir. 
Bu yanılgı ya da yanlışlara kısaca bir kaç örnek verelim... 

Feridun M. Emecen"16. Yüzyılda Manisa Kazası" adındaki eserinde, “Louis Robert, Turgutlu’nun adının bir Türk aşiretinin adı olduğunu genel kanıya uygun olarak ileri sürmektedir. Bu ortak kanaatin kaynağı: Turgut/Turgutlu (Turudlu, Durgut, Durgutlu, Durgutobas) adlı Türkmen yörüklerinden bir cemaatin varlığıdır” şeklinde yer alan cümleleriyle, bir bakıma bir mantık yürütmeye dayalı bir örnek göstermiş. (Feridun M. Emecen - 16. Asırda Manisa Kazası, 1989, Sf: 211

Buna bir başka örnek de; "yöremize Turgut, Ahmet ve Salih isimli oğulları olan bir aşiretin beyinin geldiği ve bu beyin oğullarının yerleştiği yerlerin de zamanla Turgutlu, Ahmetli ve Salihli adlarını aldığı" şeklinde, tamamen yanlış bir temele dayandırılarak yöremizde yaygın bir şekilde gelişen söylentidir.

Turgutlu’nun tarihine ve kuruluşuna ait bilgilerin eksikliği dolayısıyla, yıllar önce özellikle öğretmenler için bir Turgutlu çevre incelemesi yapılması gerekliliği doğmuş ve bu amaçla oluşturulan “Çevre İnceleme Komitesi” tarafından “Turgutlu Çevre İncelemesi” adıyla bir araştırma kitapçığı yayımlanmıştı. Bu kitapçıkta da, Turgutlu’nun kuruluşuna ilişkin, “İlçenin kuruluşunun Turgut Bey aşiretinin yöreye yerleşmesiyle olduğu ve yerleşime bu nedenle Turgutlu adının verildiği” belirtiliyor. (Turgutlu Çevre İncelemesi - Çevre İnceleme Komitesi - Karınca Matbaacılık)

Turgutlu Belediyesi’nce 1990 yılında çıkartılan Çağdaş Turgutlu adlı dergide de “Turgutlu’yu ilk kuran, 1442’de Oğuz Türkleri’nden Turgut Bey’dir... Sultan 2. Murat devrinde Dalbahçe köyünün dolaylarında yerleşen Turgut Bey aşireti zamanla gelişerek ovaya inmek mecburiyetinde kalmış ve bir Rum beyine ait olan bugünkü şehrin kurulduğu yere yerleşmiştir. Buraya Turgutlu adı verilmiştir” deniliyor. (Turgutlu Belediyesi - Çagdas Turgutlu Dergisi, Sayı: 1, Sf: 2)

Turgutlu Şoförler ve Otomobilciler Odası tarafından 1997 yılında çıkartılan Turgutlu Rehberi adlı kitapçıkta da, aynı yorum mütevazı bir bilgi şeklinde sunulmuş: “Turgutlu tarihi çok eski bir geçmişe sahip olmakla birlikte, tarihi kayıtlara dayanan bilgiler ancak 2. Murat devriyle başlar” denilerek, ilçenin Turgutoğulları aşiretinin bölgeye yerleşmesiyle kurularak Turgutlu adını aldığı söyleniyor. (Turgutlu Şoförler ve Otomobilciler Odası - Turgutlu Rehberi - 1997, Sf: 14)

Turgutlu Ticaret ve Sanayi Odası yayını olarak çıkarılan broşürde de, 2. Murat devrinde Dalbahçe-Derbent köyleri civarında oturan Turgut Aşireti’nin şimdiki kent merkezine yerleşmesiyle başlayan bir yerleşimden söz ediliyor. (2000 Yılı Turgutlu İlçesinin Yıllık İktisadi Durumu Raporu -Turgutlu Ticaret ve Sanayi Odası Yayınlarından, No: 136, Ekim 2000)

Tüm bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, sağlam temeller, bilimsel verilere ve kanıtlara dayandırılmadan yapılan mantık yürütmeler, olanaksızlıklar dolayısıyla titiz şekilde yapılamayan inceleme ve araştırmalar, sonuçta “yanılgı” ve “yanlışlık” yaratabiliyor.

Turgutlu’nun tarihi ve kuruluşuna ilişkin eksik bilgilerin yarattığı “yanlışlık” ve “yanılgı” ise, görüldüğü gibi, bütün bir Anadolu ve Anadolu’nun Türkleşmesi sürecine, Osmanlı tarihine ilişkin yerleşik yaşam ve düzene geçiş konusundaki tarihsel gerçeklere ters düşüyor, zamana, mekana ve gerçeğe uymuyor. 

“Turgutlu’ya ilk yerleşen ve buraya adını veren Türk aşireti 1442 yılında Sultan 2. Murat tarafından bu yöreye yerleştirilen aşiret olan Turgut Bey'in adını taşıyan Turgutoğulları'dır” şeklindeki tanımlama, buraya kadar anlattığımız tarihi gerçeklere ters düşer nitelikte. Gerçeği yakalayan tek ayrıntı; “yerleşim tarihi” olarak görülüyor.

Öte yandan, Osmanlı Padişahı 2. Murat’ın Turgutoğullarını yöremize yerleştirmesi ya da bu bölgeye gelip yerleşmelerine izin vermesi veya göz yumması kesinlikle söz konusu değil. 
 
Osmanlılar ile Turgutoğulları arasındaki kavga çok öncelerden beri vardı ve özellikle 2. Murat döneminde de en sert çatışmaların yaşandığı bir süreç gelişmekteydi. Bu nedenle, 2. Murat’ın ne bu Turgutoğulları (ya da bazı kaynaklara göre Turgutlulular) aşiretini yöremize yerleştirmesi söz konusu olabilir, ne de buraya kendiliğinden gelip yerleşmelerine izin verebilir veya göz yumabilir...

Turgutlular olarak bilinen Turgutoğulları aşiretinin Osmanlılar ile değil Karamanoğullarıile bir birlikteliği ve ittifakı olduğu, yöremize değil Konya’ya yerleştiği, Konya’ya da Osmanlılar tarafından değil Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından yerleştirildiğini hatırlayalım. 

Ayrıca, özellikle I. Murad devrinden beri Osmanlı ile çatışmaları durmadan devam eden Turgutoğulları aşiretinin, 1442 yılında yöremize yerleştirilmesi olasılığı da kronolojiye uymuyor. Çünkü, 
2. Murat, 1444 yılında halen sert çatışmalar içinde bulunduğu bu aşireti 1442 yılında zaten yöremize yerleştirmiş olamazdı...

Dolayısıyla, bu aşiretin yöremize gelerek burada bir yerleşim gerçekleştiren, Turgutlu’yu kuran bir aşiret olması olasılığı, buraya kadar sıraladığımız belge ve bilgilere dayalı tarihi gerçeklere göre, kesinlikle yoktur.

Burada anlaşilması gereken ise; iki ayrıntı üzerinde yoğunlaşiyor: 
1- Yöremize gelen ve ilçemizin kurucusu olan aşiretin kimliği.
2- Yöremize geliş şekilleri ve yerleşimlerinin taşıdığı anlam.

Yöremize gelen aşiretin kimliği

İlk olarak “aşiretin kimliği” konusunu bir kez daha vurgulamak gerekirse, bu konudaki, ilçenin kurucusu olan aşiretin “kimliği” ile ilgili kavram karmaşası ise çok ilginç bir ayrıntıya dayanıyor... 

Şeyh, derviş, imam ve ögretmen gibi sıfatlara ulaşmış bir kişilik ve karakter olan, aynı zamanda Batılı ve Osmanlı tarihçilerinin yazılarına göre Şeyh Edebali'nin dostu ve müridi de olan Şeyh Tur’ud’un, tarihte Turgutoğulları veya Turgutlu Türkmenleri diye anılan aşiretin başinda bulunan Turgut Bey ile aynı kişi olduğunu kim söyleyebilir?

Görüldüğü gibi, yöremize gelen ve Sultan 2. Murat tarafından yerleştirilen aşiret, örneklerini gösterdiğimiz gibi, tarihte Turgutoğulları aşireti, Turgutoğulları veya Turgutlu Türkmenleri diye anılan, başinda Turgut Bey’in bulunduğu aşiret değil, Osman Bey’in Mal Hatun‘la nikahını kıyan derviş olan Şeyh Turud'un aşiretinden kalan kuşaklardır. Bu iki aşiret hem birbirinden farklı aşiretlerdir, hem de Osmanlılarla olan ilişkileri farklı niteliktedir ve  tarihsel süreç içinde de birbirinden farklı bir tutum izlemişlerdir.

Turgutoğulları aşireti; Karamanoğulları ile ittifak, Osmanlılar ile ise çatisma içindedir. Şeyh Tur’ud’un başinda bulunduğu aşiret ise, Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Bey’in Mal Hatun‘la yapmış olduğu nikah olayından itibaren Osmanlılarla kalıcı bir dostluk içindedir. Ve bu dostluk da “baki”dir. Bunu bir kez daha anımsamak için, Nesrî'nin yazdıklarına bir kez daha yer verelim.

Osmanlı tarihçilerinden Nesrî, Osman Bey’in rüyasını Şeyh Edebâlî'nin yorumladığı sırada, yakın dostu ve müridi Derviş Turud'un da orada bulunduğunu şöyle anlatır: 

"Osman Gazi'nin düsünü yordugu sırada, Şeyh'in Turud adli bir müridi de orada bulunuyordu. "Ya Osman, sana padişahlik verildi, şükrâne olarak bize ne verirsin?"dedi.
Osman: "Sana bir şehir vereyim" dedi.
Derviş: "Şu köyceğize de raziyim, bana bir nâme ver" dedi.
Osman: "Ben yazi yazmasini bilmem. Bir su kabı ile bir kılıcım var. Onları nişan olsun diye sana vereyim. Benim evladım onları senin elinde görüp ibka etsinler" dedi.
O su kabı ile kılıç onların elinde kaldı. Şimdi dahi padişah olanlar, onu görüp ziyaret ederler, o dervişin (Turud) evladina nimetler (verirler) ve ihsanlar ederler.
Bu menakib, Edabali oğlu Mehmed Paşa'dan nakledildi." (Bakınız: Osman Bey'in rüyası)

Alphonse de Lamartine'in eserinde Fransızca bir telaffuzla “Tourout” denilen, Şeyh Edebali’nin arkadaşı Şeyh Tur’ud da, Oğuz Türklerinden bir Türkmen (yörük) aşiretinin başindadır.  İsimler konusunda dikkat çeken bir ayrıntı oldukça önemlidir. Çünkü, yöremize gelen ve adını veren aşiretin başındaki kişi tarih boyunca Osmanlılarla kanlı-bıçaklı olan Turgutoğullarının başındaki kişi olan "Turgut Bey" değil, Şeyh Edebali'nin arkadaşı ve Osman Bey'in nikahını kıyan "Şeyh Turud"tur.

Bir başka batılı tarihçi olan, Avusturyalı Doğu bilimleri uzmanı Joseph von Hammer de Şeyh Turud'dan söz eder. Hammer, aynı nikah olayını aktarırken, "İki sevgilinin nikâhını, Edebali'nin müridlerinden müttaki bir zat olanTurud adındaki derviş kıydı" sözleriyle olayı anlatır.

Öte yandan Şeyh Turud, elbette ki Osmanlı tarihçilerinin de yazdıkları yazılarda yer alıyor ve Osmanlı tarihçilerinin devlet arşivlerindeki yazılarında da yine Şeyh Edebali’nin müridi ve yakın dostu olan bir derviş olarak geçmektedir. Osmanlı kaynak ve belgelerinde yer alan Osmanlı tarihçilerinin anlatımlarında, Turud'dan bahsedilirken, Osman Bey'in ünlü rüyasını yorumladığı sırada yanında bulunan ve bu olaya tanık olan Şeyh Edebali’nin müridi ve dostu olarak söz edilmektedir. Konuyu ve olayı bir de bu yazılara göre de aktaralım.

Âşıkpaşazâde de Osman Bey'in rüyasını kendi uslübunca anlatirken, Nesrî de rüyanın Şeyh Edebâlî tarafından yorumlanışını ve sonrasındaki nikâh kıyılması olayını şu ifadelerle aktarır: 
"Şeyh ona "Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ sana ve senin evladina saltanat verdi. Bütün dünya evladinin himayesi altında olacak, hem de kızım Mal Hatun sana helâl oldu" diyerek, hemen kizini Osman Gazi ile evlendirdi. 

Nesrî de rüyanin Şeyh Edebâlî tarafından yorumlanışını şu ifadelerle aktarır:

"Şeyh ona "Ya Osman, müjdeler olsun. Hak Teâlâ sana ve senin evladina saltanat verdi. Bütün dünya evladinin himayesi altinda olacak, hem de kizim Mal Hatun sana helâl oldu" diyerek, hemen kizini Osman Gazi ile evlendirdi. 

Osman Gazi'nin düsünü yordugu sirada, Şeyh'in Turud adli bir müridi de orada bulunuyordu. "Ya Osman, sana padişahlik verildi, şükrâne olarak bize ne verirsin?"dedi.
Osman: "Sana bir şehir vereyim" dedi.
Derviş: "Şu köyceğize de raziyim, bana bir nâme (yazılı kâğıt, mektup, belge) ver" dedi.
Osman: "Ben yazi yazmasini bilmem. Bir su kabı ile bir kılıcım var. Onları nişan olsun diye sana vereyim. Benim evladım onları senin elinde görüp ibka (devamlı ve sürekli kılma, bakileştirmek, bir nevi beka) etsinler" dedi.

O su kabı ile kılıç onların elinde kaldı. Şimdi dahi padişah olanlar, onu (o köyü) görüp ziyaret ederler, o dervişin (Turud) evladina nimetler (verirler) ve ihsanlar ederler. Bu menakib, Edabali oğlu Mehmed Paşa'dan nakledildi."

Osmanlı kaynaklari tarafindan tamamen ilahî bir takdirin tecellisi gibi aktarılan bu rüya, Joseph von Hammer gibi Batılı yazarlarca degisik sekillerde verilir. Hammer, benzer rüyalarin görüldügüne dair haberlerin çok eskilere dayandigini ve hemen hemen birçok padisah, hükümdar ve hanedan için böyle rüyalarin görüldügüne dair nakillerin bulundugunu ifade ile söyle der: "Büyük padisahlarin dogumundan önce gelecekte ulasacaklari güç, kudret ve kuvveti göstermek üzere bu neviden rüyalarin nakli Doğu tarihçilerinde zaman zaman görülen bir istir. Bununla beraber bu âdet, sadece onlara has bir is degildir. Benzer haberler, gerek çagdas, gerekse eski Bati tarihçilerinde de görülür."

Osman Bey ile ilgili rüya hakkinda böyle diyen Hammer, kendisi de ayni rüyayi degisik ifadelerle anlatır. Osmanli kaynakları ile Hammer'in ifadelerini karsilastirmak isteyenlere bir kolaylik olsun diye onun verdigi bilgiyi de temel özelliklerini bozmadan özet halinde vermekte yarar var:

"Böylece, Osman ile Mal Hatun'un birlesmesinden dogacak olan soyun kuvvet ve kudretini tahmin ettirmekte olan bu rüyanin tabiri, genç savasçinin Edebali'nin kizi ile evlenmesinde araya giren engelleri bertaraf ediverdi. Dügün söleni, hükümdarlarin dügünü gibi degil, Peygamberin seriatina ve gösterdigi örnege uygun olarak yapildi. İki sevgilinin nikâhını, Edebali'nin müridlerinden müttaki bir zat olan Turud (başka kaynaklarda Turgud) adındaki derviş kıydı.

Bu evlilik münasebetiyle olsa gerek ki, Osman Bey, zevcesine Bileciğe bağli Kozağaç adindaki köyün gelirlerini pasmaklik olarak tahsis etmistir. Bilahare o da bu hasilati, tekkeye vakf etmistir. Bu konuda 985 (1577) senesi tarihini tasiyan ve Bilecik kadisina gönderilen bir hükümde söyle denilmektedir: "Bilecik kadisina hüküm ki, ecdad-i izamimdan merhumSultan Osman Han elayhi'rrahme ve'l-gufran, mesayih-i izâmdan Edebâli merhum'un kerimesin tezevvüc eylediklerinde kaza-i mezbûre tabi" Kozağaç nâm karyeyi pasmaklik ihsan etmegin müsârun ileyha dahi karye-i mezbûrenin mahsûlun zâviyesine vakf edüp âyende ve revendeye sarf olunurken hâla karye-i mezkûrede sâkin olan...

Kaynak: Ataturk Üniversitesi - Osmanlı Devleti Arşiv bilgileri

Buraya kadar anlatılandan Turud adlı kişinin, Şeyh Edebali'nin yakın dostu ve müridi olduğu, aynı zamanda da Osman Bey'in ünlü rüyasını yorumladığı sırada Şeyh Edebali’nin yanında bulunduğu ve bu olaya tanık olduğu anlaşılıyor. Ve yine tüm tarihçilerin yazılarında, Turud adlı bu dervişin Osman Bey ile Mal Hatun'un nikahını kıyan kişi olduğu da belirtiliyor.

Hem bir Osmanlı dostu olan Batılı tarihçi Alphonse de Lamartine'in, hem de Osmanlı tarihçisi Nesrî'nin anlatımlarında, Osman Bey'in Turud'a yer bağışlayacağı konusundaki sözünden de bahsedilirken, Şeyh Turud ve aşireti ile dostluklarının baki olduğu da vurgulanıyor. Alphonse de Lamartine, eserinde, Osman Bey’in Mal Hatun ile olan nikahını nasıl anlattığını tekrar hatırlayalım: “Genç çiftin nikahı, Müslüman geleneklerine göre, Edebali’nin arkadaşı olan Şeyh Tourout (Burada Tur'ud, Fransızca olarak telaffuz edilmektedir) adlı bir derviş tarafından kıyıldı. Osman Bey, Şeyh Tourout’a ödül olarak, düşü gerçekleştiği taktirde, küçük bir vadi kenarında bir cami ve bir ev yeri bağışlayacağına dair söz verdi... Güçlendiği zaman, Osman Bey verdiği sözü unutmadı, yerine getirdi. Konya’da bir yer satın alarak onlara verdi... Ondan sonra gelen hükümdarlar, dedelerinin bu borçlarını, Saruhan Sancağı’ndan (Manisa yöresi kastediliyor) da yer vererek, kat kat ödediler...” (Historie de la Ottoman, Cilt: 1, Sf: 38)

Ünlü Fransız Alphonse de LamartineOsmanlı Tarihi adlı eserinde bu nikah olayına ve Osman Bey'in verdiği söze değinirken, Şeyh Tur’ud'a verilen bu sözün, daha sonraki yıllarda Şeyh Tur’ud aşireti'nin Saruhan Sancağı'na bağlı bulunan yöremize yerleştirilmesi şeklinde gerçekleştirildiğine değinir. Buradan çıkan sonuç; yöremize yerleşen ve kentimizin adını taşıdığı Türk aşiretinin kimliğinin ne olduğu, yöremize neden ve nasıl gelmiş olduğudur. Bu konu, buraya kadar anlattıklarımızda olduğu gibi, gerçek bilgi ve belgelere dayanıyor.

Ayrıca, Cevdet Türkay’ın Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne dayanarak hazırlamış olduğu Osmanlı İmparatorluğu'nda Oymak, Aşiret ve Cemaatlar adlı eserinde Tur’ud Aşireti'nin Osmanlı Beyliği ile dostluğuna kanıt olabilecek bilgiler de sunmaktadır. Türkay, eserinde Osman Bey'in nikahını kıyan Derviş Turud ile Osmanlı Beyliği arasındaki dostluğun baki olduğu ve bu dostluğun sonradan Osmanlı Devleti'nın olduğu yıllarda da devam ettiğine kanıt olacak şekilde, önceleri Bozok Sancağı’na bağlı olan bu aşiretin, sonraları ise Saruhan Sancağı’na bağlı olduğunu yine Başbakanlık Arşiv Belgeleri’ne dayanarak ifade ediyor. (Cevdet Türkay-Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, Sf: 339)

1- Neden Turgut Bey değil de Şeyh Turgut?

Tur’ud aşiretine mensup bu Türkmenlerin şive, ağız ve lehçesi değerlendirildiğinde, bir özellikleri de fonemlerini dudaksı, damak ve boğaz arkası çikarmalaridir. Örnegin bu yapıda bir konuşma sesi, “yapmak” yerine “ya’mak”“beklemek” yerine “be’lemek” ya da“patlamak” yerine “pa’lamak” şeklindedir. Bu foneme göre, “Turgut” yerine  “Tur’ud” (ya da Dur’ud) denilebilmektedir. (Opr. Dr. M. N. Dinçsoy - A.g.e., Sf: 167)

İlçemizin kurucusu olan aşiretin kimliği konusundaki kavram karışıklığının yaşanmasını ve bu konudaki yanılgıları kolaylaştıran ise; Arapça harflerden oluşan Osmanlı alfabesinden kaynaklanıyor. Bu yanılgı, bugün “eski yazı” olarak bilinen ve Arapça harflerden oluşan Osmanlı alfabesindeki AYN harfinin, yanlışlıkla üzerine kondurulan bir noktadan ibarettir ki, böylece AYN harfi GAYN’a dönüşürken, "Tur’ud” adı da bu şekilde “Turgut”a dönüşüyor. (Örnek:  ع  = غ )  

Bu özgün söylem ve isim, Osmanlı arşivlerine ve yazı diline geçirilmeye başlandığında, basına yansıtıldığında ise değişime uğramış, ama yanlışlıkla, ama başka bir nedenle ilave edilen küçük bir noktacıkla yapılan bu rötuş, neredeyse Turgutlu’nun kuruluş öyküsünü bile değiştirecek, başka bir anlam ve niteliğe büründürecek kadar, büyük bir yanlışlığa dönüşmüş. Yani bu konudaki tüm kaos, Arapça’da çok önemli ve anlamlı olan bir noktacığın hatalı bir şekilde kullanılmasından doğuyor...

İnanılmaz gibi görülebilir belki ama, bu küçük ayrıntı, gerçekten de bir çok yanlış anlamayı ve yanılgıyı da ortaya çikartan ve aydınlatarak düzelten bir saptama. Çünkü bu ayrıntının önemsenmeyip, pek fazla ciddiye alınmaması, yöremize yerleşerek ilçemize adını veren aşiretin kimliği hep Osmanlılarla uzlaşmaz bir çatisma içinde olan Turgutoğulları aşireti olarak tanımlanır ve öyle sanılır. Bu örnek, bugün de pek çok benzerini gördüğümüz, bazı nüfus memurlarının dalgınlıkla yaptığı bazı imla hataları yüzünden belki de ömürleri boyunca kimi vatandaşların ilginç ya da farklı isimlerle kaydedilmesi veya anılması olaylarını anımsatıyor... 

Öte yandan Evliya Çelebi’nin ünlü eseri Seyahatname’nin İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki arşivlerden elle yazılmış olan Osmanlıca aslının mikrofilmlerine ulaşarak yapılan araştırmalarda, eserin Osmanlıca aslından günümüz Türkçesine kendi yapılan çevirilere dayanarak; Evliya Çelebi’nin 1671 yılı Temmuz ortalarında yöremize yaptığı geziyi anlatırken, yörenin adını kendi el yazmalarında “Tur’ud” ve “Dur’ud” olarak yazdığı görülmektedir. (Opr. Dr. M. N. Dinçsoy - A.g.e., Sf: 175)

Ayrıca, Başbakanlıktaki Osmanlı Arşivi’nin 165 sayılı Tahrir Defteri’nin 69, 70, 71 ve 663 ncü, Tapu Kadastro Kuyudatı Kadime Arşivi’nin 115 sayılı Tahrir Defteri’nin 25 a b, 26 b ve 125 sayılı Tahrir Defteri’nin 10/a, 11/a, 134/a ve 544. sayfalarında, Osmanlı Sultanı 2. Murat’ın Tur’ud aşireti için yöremizde yapmış olduğu bu arazi tahsisi konusunda geniş bilgiler yer almaktadır. 

Bir başka yanı da şimdi “Tur’ud” olarak anılan yerdir. Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ndeki vakfiyyede de bu ad “Tur’ud” olarak yazılmıştır. 

Turan Osman Bey orijinalinde, “Tur’ud”şeklinde geçen bu köyün adı Osmanlıca’dan yeni Türk alfabesine çevrilirken “Turgut” şeklinde yazılmış ise de; “Bu tamamen yanlıştır, düzeltilmesi gerekir” kaydı vardır. 

Tur’ud adı çok eskidir. “Spehsalar”ın menkıbesinde, Mevlana’nın Tur’ud bağları'nda istirahat ettiği ve bu beldede sık sık gezintiler yaptığı görülüyor. (Menkıbe-i Hazreti Mevlana Celaleddin-i Rumi, Sayfa: 85)

Tur’ud şeyhinin Mevlana ile aynı yıllarda, yani 13. yüzyılda, Osmanlı Devletinin doğuş yıllarında yaşadığı, kolayca tahmin olunuyor. Şeyh Tur’ud’un Konya’da yaşadığı veKadınhanı ilçesindeki türbesinde gömülü olduğu, 1207-1273 yılları arasında yaşayan Mevlana ile aynı devirde yaşadığı belirtilir. (İbrahim Hakkı Konyalı - Abide ve Kitabeleriyle Konya Tarihi) Sınırlarına göre bu köy, Meram’ın ve Vefa’nın yanındaki ünlü“Tur’ud” köyüdür ve burası çok eski bir yerdir. Mevlana Celaleddin-i Rumi zamanında da bu adı taşiyordu. 

Buradan çıkan sonuç; yöremize yerleşen ve kentimizin adını taşıdığı Türk aşiretinin kimliğinin ne olduğu, yöremize neden ve nasıl gelmiş olduğudur. Bu konu, buraya kadar anlattıklarımızda olduğu gibi, gerçek bilgi ve belgelere dayanıyor.

2- Yöremize geliş ve yerleşimin anlamı

Bu tür yerleşimlerin oluşmasında, öncelikle Anadolu'nun o dönemin tarihi koşullarını iyi irdelemek gerekiyor. Çünkü hiç bir yerleşim bir rastlantı sonucu, tesadüfen oluşmamış,her yerleşimin kendine göre bir öyküsü ve dayandığı temeller vardır. Öte yandan, Anadolu'da bir yandan Bizanslılarla, öte yandan da beyliklerin kendi aralarında süregelen savaşların hüküm sürdüğü bir dönemde, hiç bir aşiret veya oymak, tesadüfen oradan geçerken gördüğü ve beğendiği bir yere, "aman burası ne kadar güzel bir yermiş, hemen buraya yerleşeyim" deyip de yerleşemez, böyle bir şey olamaz. Bu yerleşimlerin hepsi de, önceleri Anadolu'da egemenlik süren ilk Türk devleti olan Anadolu Selçuklu Devleti'nin izni veya kendi eliyle yaptığı yerleşimler olmuş, daha sonraları da Anadolu'da egemenliğini ilan eden Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirilmiştir. 

Osmanlı Devleti tarafından gerçekleştirilen bu yerleştirmeler ise iki türlüdür: Biri; kendisine karşı olan ve kendisini tanımayan asi guruplara yönelik uyguladığı baskılar sonucu yapılan sürgünler şeklindeki yerleştirmeler, diğeri de kendine yakın ve kendi egemenliğini kabul eden oymak ve aşiretleri belirli bir plana ve tercihe göre, soyluluğa önem vererek yaptığı yerleştirmelerdir.

Turud aşiretinin yöremize geliş şekli ve yerleştirilmesindeki anlama gelince...
Osmanlı Beyliği’nin henüz güçlü bir konumda olmadığı ve sınırlarının genişlemediği bir dönemde, Beyliğin başindaki Osman Bey’in Şeyh Tur’ud’a hizmeti karşilığında verdiği söz, Osmanlı Devletinin kurulmasından sonraki yıllarda yerine getirilir, Osman BeyŞeyh Tur’ud ve aşiretini ilk etapta Konya’ya yerleştirir. Ne var ki Konya, 1308 yılında Selçuklu hükümdarı Gıyasettin 2. Mesut’un ölümüyle Anadolu Selçuklu Devleti'nin ortadan kalkması üzerine, İlhanlılarla savaşan ve daha önce de Konya’yı ellerinde tutan Karamanoğulları’nın eline geçer. 1261’den beri Selçuklularla da bir çatisma içinde olan Karamanoğulları’nın, Osmanlılar ile ilk sorunları ise 1361’de başlar ve gittikçe de genişleyerek Anadolu’da egemen ve güçlü beylik iddiası açısından bir “kıskançlık ve rekabet” halini de alır. Bu sırada Karamanoğulları’nın başinda, en güçlü olduğu dönemde Alaaddin Ali BeyOsmanlıların başinda ise Sultan 1. Murad vardır. 

Bundan sonra da, önceki bölümlerde anlattığımız gibi, Osmanlılarla sürekli bir çatisma sürdüren Karamanoğulları, ancak Fatih Sultan Mehmet döneminde çok ağır yenilgiye uğrayarak eski gücünü kaybeder ve dağılmaya başlar. Ondan önce ise, Fatih’in babası 2. Murat döneminde (1421-1451), başlarında 2. İbrahim Bey’in bulunduğu Karamanoğullarıağır bir yenilgi almıştı. Sultan 2. Murat, yaklaşan Haçlı tehlikesini savuşturmaya çalisirken, 2. İbrahim’in Osmanlılar’a karşi Anadolu’da üstünlük sağlayabilmek için Bizanslılar aracılığıyla Sırplar ve Macarlarla Osmanlılara karşi anlaşması, İslam dünyasında da kendi aleyhine bir etki yapmasına neden olmuştu. Bu sırada Karamanoğullarının bu tavrı üzerine Balkanlarda elinde tuttuğu bazı yerleri vererek ağır bir anlaşma yapan 2. MuratKaramanoğullarının üzerine yürümek zorunda kalmıştı.   

2. Murat, Osmanlı düzenini Anadolu’da pekiştirme ve güçlendirme çabasindadir. Bu amaçla yerleşik yaşamın Anadolu’da Osmanlı’nın tercihlerine göre bir süreçle işlemeye başladığı, Osmanlıların Anadolu’daki egemenliğinin hissedilmeye başladığı bir dönemdir bu. 2. Murat, bu dönemde bazı Türkmen aşiretlerini Anadolu'nun çesitli bölgelerine yerleştirmeye başlar. Bu yerleştirmelerin bazılarını da gerek sürgün, gerekse hakimiyetini pekiştirip güçlendirme anlamında gerçekleştirir. Osmanlı hakimiyetinin pekiştirilmesi de gereklidir, ama öte yandan, Karamanoğullarının da zayıflatılabilmesi için, Karamanoğullarının hakimiyetindeki Konya’da bulunan ve kendilerine yakın olan bazı aşiretleri de buradan başka yerlere yerleştirme, böylece kendilerine karşi her zaman “Türkmen kozu”nu kullanan Karamanoğullarına karşı bir “cephe” de oluşturulmak istenir...


Sonraki yazı: Osman Bey'in vaadi nasıl bir anlam taşıyor?


Yorumlar - Yorum Yaz