Ata'ya mektup

Ata'ya 3. mektup


atam

 

Bu 10 Kasım'da yine başbaşaydık.
Devlet büyükleri, sıkıcı törenlerle, ama süslü laflarla, mecburen seni anarken, bizse sokakları dolaştık...
Caddeleri adımladık... 

Sessiz, mahmur kalabalıkları duymaya çalıştık... 
İçlerinde sana ağlayanlar da vardı, sana küfredenler de...
Kulaklarım kulaklarındı... 
Gözlerim de gözlerin...

Efendi ve köleleri gördün, benim gözlerimle. 
Gözlerin doldu, biliyorum.

Senin "efendim" dediklerinin bugün "köle" oluşlarına yüreğinin dayanmadığını anlamaz mıyım? 
Yoksullaştırılmış hayatlardan yükselen feryatların senin içini ne kadar da acıttığını bilmez miyim? 

Halkına kul-köle olması gerekenlerin, utanmazca kendilerini "efendi" ilan ettiklerini görmenin seni ne kadar öfkelendirdiğini hissetmez miyim hiç?
Ama bütün bu tezatlığa gül de, utandır!
Olur mu?

Anlayacağın, son mektubumdan bu yana değişen bir şey yok memleketimizde. 
Biraz daha geriye de düştük hatta! 
Biraz daha kararıyor zaman... 
Biraz daha kötüye gidiyor herşey...

Dinci yobazlık, artık kılık değiştirdi, cübbeden çıkıp fraklara büründü. 
Halk, denize düşmüş gibi yılana sarılınca da, 3 Kasım 2001'de tek başına iktidar oldular. 
Şimdi de adım adım devlet olmaya çalışıyorlar.

Artık herşey yalana dönüşmeye başlıyor. 
Ama yalanları kendi ayaklarına da dolaşmaya başlar yakında. 

Her gün yeni vurgunlar ortaya çıkıyor. 
Soygunlar... Hırsızlıklar... 
Sadece, bütün bunların asıl görünmeyen yüzü korkunç. 
Halk neden mi tepkisiz? 
Halkımızı bilmez misin sen? 
Nedenini de biliyorsun elbet.
Çeteler mi?
Orasını ne sen sor, ne ben söyleyeyim!
Olur mu?

Senden sonra tam 68 yıl geçti. 
Emanetçilerin, kendi zaaflarının esiri. 
Hiç üretmeden, sadece tüketmekle meşgül senin mirasını. 
Sadece gözü dönmüşçesine yemekle de yetinmiyorlar.
Yabancılara da peşkeş çekmeye başladılar artık. 
Bir yandan da seni unutturup, yok etmeye de çalışarak... 
Devlet, cumhuriyet, devrimlerin, ilkelerin bitmiş. 
Ulusun sahipsiz, Tanrı'ya emanet edilmiş.
Her geçen gün daha da karartılıyor 
Türkiye.
Ama... 
Bir tek senin yattığın yerde sönmüyor ışık!
Orası, o ışık asla sönmeyecek!
Sakın merak etme!
Olur mu?

Aslında, sana saldırılar arttıkça, daha da büyüyorsun! 
Er geç onlar da anlayacaklar bunu ve kabul etmek zorunda kalacaklar bir gün nasılsa.
68 yıl önce, saat 9'u tam beş geçe, bir başka türlü yaşamaya başlamışsın meğer...
Efsaneler asla ölmez!
Sadece şekil değiştirir!
Değil mi?

Bu, sana üçüncü mektubum.
İlk mektubumu "Susurluk" olayından sonra yazmıştım.
İkincisini de o büyük ekonomik kriz ve çöküşün yaşandığı günlerde, hatırlarsın. 
İşte bu 10 Kasım'da da yine birlikteyiz.
Memleket manzaralarını izledik birlikte...
Kandırılmış insan seslerini dinledik...
Kulaklarım kulaklarındı.
Gözlerim de gözlerin...

Emanetin, 83 yaşına bastı geçen ay. 
Ektiğin tohumları göremedik ama, ne yazık! 
Sadece kargalar... Kargalar... Kargalar...
"Hani, nerede emanetim?" diye ne de çok arandın?
Benim yüreğimle sızladı yüreğin!

68 yıl sonra, dönüp baktın da emanetine... 
Kocaman bir "hiç" ile mi karşılaşacağını gördün bu gidişle?
Sen, bizi bağışlama öyleyse!

Ama...
Yine de bizden umudunu kesme!
Olur mu?


Yorumlar - Yorum Yaz