Nikel madenciliğinde sülfürik asit projesinin laboratuarı Türkiye mi?

Sülfürik asit projesi laboratuarı Türkiye mi?

Nikel madenciliği sektöründe sülfürik asit yönteminin dünyada uygulanabilir hale getirilebilmesi için Türkiye bir laboratuar, halkımız da kobay mı yapılmak isteniyor?

Konuya böyle çarpıcı bir soru ile başlanırsa, ülkemizdeki manzaranın sadece ilginç değil, çok da ürkütücü olduğunu görebilmek açısından yararlı olur. Manzara gerçekten ürkütücü ve bu “ürkütücü” deyimi hiç de abartılı bir ifade değil. Çünkü dünyada şimdiye kadar hiçbir ülkede nikel madenciliğinde uygulanmasına izin verilmeyen sülfürik asit liç yöntemi için Türkiye’yi adeta bir laboratuar, halkımızı da kobay olarak gören, yağmacı maden şirketleri açısından ülkemizi sülfürik asit yönteminin ilk kez uygulanabildiği bir cennete, ama yaratacağı çevresel sorunlar açısından ise cehenneme çevirecek gözü dönmüş bir kâr hırsının daha da kararttığı kara bulutlar çökmüş durumda topraklarımıza.

AP madencilikte siyanürü yasaklarken…

Daha da ürkütücü olan; Türkiye’deki bu durumun, dünyada madencilik sektöründe çevre ve insan sağlığı açısından yaşanan gelişmelerin tam tersine doğru yaşanan bir gelişme anlamında olması. Yani Avrupa Parlamentosu’nun 5 Mayıs 2010 tarihinde “madencilik sektöründe siyanür kullanılmasının yasaklanması” şeklinde bir kararı ve “tüm AB ülkelerinden bu kararı dünya genelinde uygulanmasının sağlaması” gibi bir tavsiyesi ortada varken Türkiye’de bunlar yaşanıyor! (Bakınız: AP: "Siyanürlü altına hayır") AP tarafından siyanür gibi son yıllarda son derece yaygın bir hale gelmiş yöntem madencilik sektöründe yasaklanırken, öte yandan siyanürden bile daha tehlikeli bir kimyasal madde olan sülfürik asit, dünyada nikel madenciliği için ilk kez Türkiye’de uygulanabilir bir yöntem haline nasıl getirilebilir?

Madencilik yasası değil, yağma yasası

Bu “nasıl?” sorusunu ancak bizdeki “madencilik yasası”nın ne tür bir yasa olduğunu tanımlayarak açıklayabilmek mümkün. Bizdeki madencilik yasasını “madencilik yasası” diye tanımlamanın çok zor olduğu ortada. Bizdeki madencilik yasası, aslında “ülkemizin yeraltı zenginliklerinin yabancı devletler ve emperyalist maden şirketleri tarafından soyulup sömürülmesini yasal hale getiren bir düzenleme” sadece. Ama “küreselleşme” adı altında dünyanın efendilerinin dayattığı istekler bu kadarını yeterli görmediğinden, bu kez “yeni madencilik yasası” adı altında çıkartılan yasa ile tam bir orman ve çevre talanı yaşatacak şekilde, tüm yeraltı zenginliklerimiz için bir “yağmalama” dönemi başlatılmış oluyor. “Yağma yasası” olarak tanımlanabilecek, daha tasarı halindeyken bile pek çok ağır eleştirilere ve tepkilere neden olan “yeni madencilik yasası”, Metalürji Yüksek Mühendisi, İTÜ Öğretim Görevlisi, TEMA Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. İsmail Duman’ın deyişiyle ise “dünyanın en kötü örneklerinden biri.” Ancak TMMOB’un yeni madencilik yasası hakkındaki TBMM’ye yönelik yazısı da çok anlamlı. (Bakınız: TMMOB'un yeni maden yasası hakkında basın açıklaması)

Yağmalamanın boyutları ne?

Bu “yağmalama”nın aslında ne kadar geniş bir alanı kapsadığını Tapu Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya, Yeniçağ gazetesindeki soygunun boyutlarını anlatan yazısıyla ortaya koyuyor. Orhan Özkaya‘nın yazısına göre, vatan topraklarının beşte biri küresel şirketlerin eline geçmiş halde! Özkaya, Türkiye’de 150 bin kilometrekarelik maden sahasının tapularıyla birlikte 26 İngiliz-Amerikan şirketine devredildiğini, orman ve meraların da yabancı maden şirketlerinin eline geçtiğini anlatıyor. 400 milyar doların üzerinde borcu olan Türkiye’yi alacaklıları yağmalıyor. Türkiye’nin boru, gümüşü, bakırı, çinkosu, kromu, nikeli, altını yabancı maden şirketlerin emrine veriliyor. Petrol, gaz, su anlaşmaları sırada bekliyor. Bütün bunlar da, 5444 sayılı “yabancılara taşınmaz satışına ilişkin” (AKP Hükümetince güya ‘AB’ye uyum paketi’ adı altında çıkartılan) yasa ile mümkün hale getiriliyor…

Bu manzaraya bir de “madencilik yasası”nın yeraltı zenginliklerimizin daha kolay yağmalanmasını sağlayacak şekilde yeniden düzenlenişini eklersek, sonuçta işte böyle bir ortamda, gözünü aşırı kâr hırsı bürümüş maden şirketleri tarafından AP’nin yasakladığı siyanürden bile daha tehlikeli bir kimyasal madde olan “sülfürik asit yöntemi”nin uygulanabileceği bir laboratuar, halkın da kobay olarak görüldüğü bir yer haline getirilmek isteniyor Türkiye! Önce Turgutlu Çaldağı, sonra da Gördes’te dünyada ilk kez sülfürik asit liç yöntemiyle nikel madenciliği yapmanın sinsi planları uygulanmaya çalışılıyor.

Bu nedenle başından beri vurgulanan “Çaldağı Türkiye’dir” deyişi, konuya asıl vurguyu yapabilecek bir deyim olarak etkisini hâlâ koruyor. Çünkü gerçekten de Çaldağı’nın başına gelenler, Türkiye’nin başına gelen gerçekleri yeterince anlatıyor…

ENCON şirketi ve ilginç ÇED Raporu marifetleri

Manzaradaki ilginçlik ise; bugüne dek dünyanın hiçbir ülkesinde, en geri ülkelerde bile uygulanma izni verilmeyen sülfürik asit liç yöntemiyle açık nikel madeni işletmeciliğine dünyada ilk kez Türkiye’de izin verilmeye çalışılması! Ama asıl ilginçlik, dünyada hiçbir ülkede uygulanmasına izin verilmeyen sülfürik asit yöntemi için hem Çaldağı’nda bu yöntemi açık liç usulü ile uygulamak isteyen ama dünyada hiçbir ülkede gerekli izni alamayan İngiliz Sardes Şirketi’ne, hem de Gördes’te kapalı sistemle nikel maden işletmesi yapmak isteyen Meta Madencilik Şirketi’ne istedikleri ÇED Raporu’nu veren şirketin aynı şirket olması! Ama daha da ilginç olan, bu ÇED Raporlarının altında imzası olan ENCON Danışmanlık Şirketinin, Çaldağı için “kapalı liç usulünün sakıncalı olabileceği”ni belirterek dünyada hiçbir ülkede izin verilmemiş “açık maden işletmeciliği”ni, Gördes için ise “açık usulün sakıncalı olacağı”nı vurgulayıp “kapalı sistem” uygulanmasını tavsiye etmesi!

Sanki aynı el tarafından “hangisi tutarsa” deyip, iki farklı yerde biri açık, diğeri kapalı sistem denenerek, Türkiye “sülfürik asitle nikel madenciliği projesinin bir laboratuarı” haline getirilmeye çalışılıyor. Peki ama bu şirket nasıl bir şirket ki dünyanın en geri ülkelerinde bile izin verilmemiş bir proje için dünyanın en cennet topraklarının cehenneme çevrilmesi pahasına böyle bir sorumluluğu üstlenip “dünyada ilk kez izin verilmesi”ni sağlamaya çalışıyor? Halkımızın kobay, topraklarımızın da cehenneme dönüşeceği böylesi “tehlikeli ve sinsi bir oyun”un getireceği sonuçların vebalini ENCON şirketi taşıyabilir mi?

Manzaranın bu karesini biraz daha ayrıntılı hale getirebilmek için büyüteç altına yatıracak olursak, ENCON Şirketi’nce ilginç bir şekilde verilen, hem kendi içinde, hem de birbiriyle çelişkili ve birbirine zıt şekildeki bu her iki ÇED Raporu ile nasıl sinsi bir planla karşı karşıya olunduğunu da görebilmek mümkün hale gelebilir:

1- Çaldağı için verilen ÇED izni, İngiliz European Nickel şirketinin bir kolu olan, tamamen İngiliz sermayeli Sardes Madencilik Şirketi için veriliyor ve sülfürik asit liç yönteminin “açık sistem”le uygulanması isteniyor.

2- Gördes için verilen ÇED izni, tamamen Türk olan Meta Madencilik Şirketi için veriliyor ve sülfürik asit liç yönteminin “kapalı sistem” olarak uygulanması isteniyor.

Sülfürik asit projesi için sinsi bir tezgâh mı?

Yani, yabancıya “açık”, Türk’e “kapalı”(!)  Acaba ENCON Danışmanlık Şirketi’nin milliyetçiliği mi tutmuş da, Türk şirketini kayırmak için ve İngiliz şirketinin önce Balkanlarda, sonra da Turgutlu Çaldağı’nda karşılaştığı sıkıntıların aynısını yaşatmamak adına Türk şirketine kolaylık sağlamak için Gördes’teki nikel maden işletmesine “kapalı sistem” önermiş?

Ama dünyada hiçbir ülkede çalışma izni verilmeyen bir yabancı şirket için ÇED iznini verip, hiçbir ülkede uygulanmasına izin verilmeyen “açık sistem”i yasal hale getirmeye çalışan bir şirketten bunu ummak biraz fazlaca saflık olmaz mı? Çünkü burada ancak “hangisi tutarsa” diyerek ortaya sürülen, sülfürik asit projesine karşı gelişen çevreci mücadeleyi sekteye uğratabilmek için hedef şaşırtmayı da amaçlayan “sinsi bir plan”dan bahsedebilmek mümkün.

Dolayısıyla şu rahatlıkla iddia edilebilir: Eğer Çaldağı’nda uygulanmak istenen “sülfürik asit liç yöntemiyle açık nikel madeni işletmesi” projesine karşı bu kadar örgütlü bir mücadele ortaya çıkmasa, bu güçlü mücadele sonucu İngiliz şirketi geri püskürtülmemiş olsaydı, bu durumda Gördes için “kapalı sistem” söz konusu olmayabilirdi. Çünkü açık sistemin maden şirketleri açısından çok ucuz bir yöntem olduğu biliniyor. Bu anlamda ENCON şirketi tarafından verilen ÇED Raporunda Gördes’teki nikel maden işletmesi için “kapalı sistem” önerilmesi, Turgutlu’daki çevrecilerin verdiği mücadele ve Çaldağı direnişinin çevreci mücadele açısından sağladığı önemli başarı dolayısıyladır. (Bakınız: Hürriyet Gazetesi (11.12.2010) 

Ama söz konusu madencilik projesi için Gördes’te “kapalı sistem” istenmesinin ardında, yukarıdaki bu neden ve sonuca paralel olarak, Gördes’teki çevreci mücadelenin Turgutlu’ya kıyasla daha sıkıntılı başlamasına neden olacak, dolayısıyla henüz net olarak görülemeyen ayrıca bir başka boyutu, bir başka niyeti daha var ki; bu da Gördes’teki uygulamanın daha sinsice bir plan içerdiği şeklinde tanımlanabilir.

Devamı için tıklayınız: Turgutlu ve Gördes'in izdüşümü