Efsaneler



ben insanoğluyum,
sonsuzluktur çizgim,
umut ve özgürlük ateşi
benimleyken.
oysa ölümlüyüm!
ama düşsel dünyamda
havalandığımda
ışık demetleriyle
Tanrı katının da bekçisiyim
düşleriyle Tanrıları bile
çıldırtan bir divaneyim!
ben kendimi yalnızca
düşlerle veririm ele!
tüm düşlerim,
büyüklüğüdür
asıl gerçeği
içinde taşıyan tarihimin.

Metin Sert

       İlyada destanı
       Odessa destanı
       Truva Savaşı
       Amazonlar efsanesi
       Kibele efsanesi
       Medusa efsanesi

Herhangi bir olayı, bir kişiyi ya da bir yeri betimlemekte, insanların dile getirebildiği en yüksek “yüceltme” şekli; “efsaneleştirmek”tir. Efsaneleştirmek; bir anlamda o şeye tanrısal bir değer katmak anlamındadır. Efsaneler, tarih öncesi çağlara dayanan öykülerdir. Tarih öncesi çağlarda, efsanelerin kahramanları ya tanrı ya da tanrı soyundan gelme kişiler olarak görülür ya da gösterilirken, doğa da tanrılık niteliğinde kişileştirilirdi.

Farsça kökenli olan “efsane” veya “fesane”; halkın gözünde, nakledenin hayal gücünde biçim değiştirerek olağanüstü niteliklerle donatılan hikâye anlamındadır. Efsane kelimesi, daha yaygın olarak ise edebiyatta; “az çok gerçek olan, gerçeğe dayanan geçmişteki bir olayın her türden olağanüstü (veya doğaüstü) anlatılışı” için kullanılır... Eski Yunancada, bugünkü anlamda mitolojiye köken olan “mythos” (mit) sözcüğü; masal, öykü ve efsane karşılığında kullanılırdı. Bu aynı zamanda da “gerçek olmayan” anlamındadır. Efsaneler veya mitler, doğa ve toplum olaylarının antik çağa özgü birer açıklanış biçimidir. Aynı zamanda bu olaylar karşısında antik çağ insanının davranışını da belirtir.

Felsefenin ortaya çıkısı öncesinde, insanların dünya görüşü daha çok bu eksen (efsane, destan, mitoloji vs.) etrafında gelişmişti. Felsefe ise, düşüncenin kişileştirerek kavradığı varlığı kavramlaştırmıştır. Bu nedenle; felsefin devreye girmesi ve bilimsel düşüncenin başlamasıyla birlikte mitler, efsaneler ve destanlar da ortadan kalkmıştır...Ama yine de ne olursa olsun, efsanelerin de zamanın akışı içinde insanların ihtiyaç duyması nedeniyle ortaya çıktığını düşünmek gerekir. Uygarlık tarihi boyunca insanlar nasıl masallar üretmiş, destanlar yaratıp yazmışsa, bu süreçte efsanelere de gerek duymuş demektir. Masalsız yapamayan, ama kahramanlık destanları da yaratan insanlar, yaşamda efsanesiz de kalmak istememiş. 

İnsanlar yaşamları boyunca hep hayallerinin ve umutlarının peşinden koşarlar. Bu hayaller ve umutlar için bazen bazı süslere ve renklere de gereksinim duyulur. Nasıl masallara ve destanlara gereksinim duyulmuşsa, bu nedenle efsanelere de gereksinim duyulmuş ki, uygarlık tarihi boyunca insanlar hemen her konuda, dünyanın hemen her yerinde, hemen her uygarlıkta efsaneler de üretmiş. Bu masallar, destanlar ve efsaneler kimi zaman insanlar için ilham kaynağı da olmuş. Masallarla hayal gücünü, destanlarla cesaretini ve efsanelerle de ilham kaynağını geliştiren insanlar, bir bakıma geliştirdiği bu donanımı sayesinde uygarlık tarihini de geliştirmiş, kimi zaman tarihin akışına da yön verebilmiş.

İlk çağlarda mağaralarda yaşayan insanlar, iki ayağı üzerinde doğrulup mağaradan çıkarak başlattığı o yürüyüşünü bugüne kadar sürdürüyor. Bu yürüyüşün güzergahı ise uygarlık tarihini gösteriyor. Ancak iki ayağı üzerinde doğrularak mağaradan çıkıp başlattığı o yürüyüşünü bugün uzaya kadar götürebildi. İlk çağlarda mağarada yaşayan insanoğlunun bugünkü kuşakları artık uzay mekiğinde de yaşıyor. Ortaçağda başlattığı coğrafi keşiflerini artık uzayın derinliklerine kadar taşıyarak sürdürüyor. Bu nedenle uygarlık tarihini geliştiren, tarihe yön veren insanlar nasıl masallar yazmış, destanlar yaratmış ise, bu hayatın akışı içinde demek ki efsanelere de gerek duymuştur...


Yorumlar - Yorum Yaz