Yürüyen Adamlar

'Yürüyen Adam'lar

 
ben insanoğluyum,
sonsuzluktur benim çizgim,
umut ve özgürlük ateşi benimleyken.
oysa ölümlüyüm!
ama kendi düşsel dünyamda 
havalandığımda ışık demetleriyle 
Tanrı katının da bekçisiyim!
ve düşleriyle 
Tanrıları bile çıldırtan bir divaneyim! 
ben kendimi 
yalnızca düşlerle veririm ele! 
düşlerim, 
büyüklüğüdür 
asıl gerçeği içinde taşıyan 
tarihimin...

Bir buyruk... Bir gelenek...

 

Orta Asya’da kalan Oğuzlar ve öteki Türk topluluklarının çoğu, Sovyet ve Çin devrimlerine kadar, eski göçebe yaşam biçimini sürdürürler. Bunun nedeni ise şöyle açıklanmaktadır: “Efsanevi lider Oğuz Han’ın, “Daim göç edeler, oturak olmayalar” dediği ileri sürülür.” (Doğan Avcıoğlu - Türklerin Tarihi, Cilt: 1, Sf: 126)

Bu nedenle de, efsanevi liderlerinin buyruğuna uyup, göçebeliği bir gelenek haline getiren Oğuzlar’a, buyruktaki tanımlamaya uygun olarak “yerleşik olmayan” ya da “oturak olmayan” anlamında ve “yürüyen adam” diye tanımlanan “yürük” ya da “yörük” adı verilmiştir. Yerleşik yaşama geçenlere de “yerleşik” veya “oturak, oturan” anlamında “sart” adı verilir. “Daha sonra da Cengiz Han’ın yasasına göre de göçebe başbuğlarından kente göçmeleri ‘yasağın bozulması’ sayılır” (Doğan Avcıoğlu - Türklerin Tarihi, Cilt: 1, Sf: 126)

“Yürük” veya bugünkü söyleniş biçimiyle “yörük” sözcüğü, “yorimak” veya bugünkü söylenişiyle “yürümek” eyleminden türetilmiş bir isimdir. 

Bu deyim, daha çok hayvancılıkla uğraşan ve bu yüzden de hep göçebe bir yaşam sürdüren, bir yayladan bir yaylaya göçen (konar-göçer)
Oğuz Türkleri’ne ait ve onlar için kullanılıyor. (Meydan Larousse, Cilt: 12, Sf: 829) Osmanlıca’da ise, “yüğrük”; ‘çok ve çabuk yürüyen, hızlı giden’ anlamındadır.

Türkmenler de bu Oğuz boyundandır. “Yürümek” mastarından türetilen “yürük” veya “yörük” (yöğrük) adı da, göçebe Türkmenler için, onların göçer topluluklar olduklarını anlatabilmek ya da yerleşik yaşam sürdüren Oğuz boylarından diğer  yerleşik Türkmenler’den ayırabilmek için kullanılmış. (Örneğin; Kazak’lar, Orta Asya’daki göçebe Türkler için “Türkmen”, yerleşik hayat sürenlere de “yerleşik” anlamına gelen “Sart” diyor.)
Kaşgarlı Mahmut da, Oğuz Türkleri’ne “Türkmen” der.

Dolayısıyla, “yörük” denilince “Türkmen” ve “Türkmen” denilince de Oğuzlar’ın göçebe boyları akla geliyor. Bu göçebe yörüklerin kabile ve guruplarına da “boy” veya “oymak” deniliyor. 

Genellikle konakladıkları yerlerde kıl veya keçe çadırlarda yaşayan yörüklerin yanı sıra, zamanla yerleşik yaşama geçip tarıma yönelerek toprağa bağımlı hale gelen, köy ve benzeri yerleşimler kuranlara da rastlanılıyor. Ancak bunlara da, geldikleri köken ve sürdürdükleri bazı gelenekleri nedeniyle “yörük” denilmeye devam ediliyor. Bu nedenle de yörükler; çadırlarda yaşayan, hayvancılıkla uğraşanlar ile köylerde yaşayanlar veya değişik zamanlarda da “göçebe yörükler” ile “yerleşik (köylü) yörükler” diye sınıflandırılmaya başlıyor. 

Yani; zamanla Türkmenler göçebelikten tamamen yerleşik yaşama geçmiş olsalar da, geldikleri köken ve sürdürdükleri bazı gelenekler nedeniyle, göçebelik ortadan kalksa bile, kendilerine geçmişte yakıştırılan “yörüklük” sıfatı baki kalıyor. Özellikle XV. Yüzyıldan sonra, Batı Anadolu ve Rumeli’deki göçebe boylarına genel olarak “yörük” adı verilir. Doğu’daki diğer kabileler ise, Türkmen adıyla anılır.

Meydan Larousse’de “yörükler” için “yeniçerilere eşlik eden yaya asker bölüğü” ve “yörük sancağı” için de “savaşlarda düşmana saldırı için ayrılan müfrezenin bayrağına verilen ad” tanımlamaları yapılır. (Meydan Larousse, Cilt: 12, Sf: 829)

Moğol istilası, otlak darlığı, kıtlık ve açlık nedeniyle ve devlet otoritesini kabul etmemeleri sonucu batıya göçerek Anadolu topraklarına yerleşmek amacıyla gelen bu yörük (Türkmen) toplulukları, özgürce ve yaylalarda yaşamayı tercih eder ve vergi vermeyi benimsemedikleri için de herhangi bir otorite altına girmek istemezler. Bu tür bir hakimiyetin kurulmak istenmesi karşısında da sık sık başkaldırılar gerçekleştirirler. 

Doğan Avcıoğlu, gerek
Selçuklular, gerekse  Osmanlılar’ın bu bağımsız yörük gurupları üzerinde kontrol sağlamayı başaramadıklarını ve Selçukluların yıkılıp dağılmasında da bu Türkmen başkaldırılarının ve çatışmalarının önemli bir etken olduğunu savunur. Aynı şekilde, 300 yıllık Türkmen ve İran savaşının da Osmanlı’yı tükettiğini ileri sürer. Kısaca özetlenecek olursa; o çağda başkaldırı ve özgürlük duygusunun yerleşik yaşama geçmekten öte taşıdığı bir anlam olduğu da görülür. Gerek Selçuklular, gerekse  Osmanlılar dönemindeki Türkmen ayaklanmalarının bir başka anlamı da, “derebeylik sistemine dayalı feodalizme karşı bir tepki” olarak da değerlendirilebilir.

“Türkler ve Türkmenler aynı soydandır. Hayvanlarını otlatmadıkları hiçbir ülke kalmamıştır. Bir yerden bir yere göçmek isteyince, bir soy birlikte hareket eder.” (Doğan Avcıoğlu - Türklerin Tarihi, Cilt: 1, Sf: 141)

Özgürce ve yaylalarda yaşamayı seven bu göçebe guruplar, herhangi bir devlet idaresinde yaşamayı ve vergi ödemeyi benimsemezler. Önce otlak darlığı, kıtlık ve açlık nedeniyle göçe başlayan, sonra Moğollar, daha sonra da Selçukluların boyunduruğundan kaçan dağınık göçebe boy ve oymaklarının göçlerinin Anadolu’ya doğru kayması da, onları bu kez de bu topraklarda yeni yerleşim yerleri aramaya itmişti. Bu nedenle batıya doğru bir sel gibi göçe yönelen Türkmen gurupları, Anadolu’nun değişik yerlerine yerleşti. Bazı kaynaklara göre, Anadolu’ya göç eden bu dağınık göçebe Türkmenlerin sayısı 1 milyon, bazılarına göre 300 bin, bazılarına göre 600 bin ve bazılarına göreyse yüzbinlerce olarak tanımlanır. Bu Türkmen guruplarının Anadolu’da ilk yerleştikleri yerler ise, ilk olarak Konya ve Antalya, diğerleri de Kayseri ve Kütahya çevreleri olur.
   
1071 öncesine kadar Anadolu’nun içlerine kadar ilerlemeleri durmak bilmez. Bizans toprakları olarak tanımlanan bölgelere yönelen Türkmen guruplar, zaman zaman buralarda çok sert çatışmalara da girerler. Ancak Bizans, bu dağınık ve göçebe olan sert Türkmen gurupları hiçbir zaman durdurmayı başaramaz. Bizans topraklarına yöneltilen yeni saldırılar, bu savaşçıların da etkisiyle ayrı ve başka bir anlam kazandığından, etki alanları da büyür. Böylece, kalabalık Türkmen boyları hızla batıya doğru yayılmayı sürdürür. 

Haçlılar’ın, kentlere yerleşmiş ve tarımcılığa geçmiş olanlara değil, yalnızca göçebelere “Türk” veya “Türkmen” adını verdikleri, kentlerde yerleşik yaşama geçenlere, daha çok “Türklükten çıkmış” gibi baktıkları da bir gerçektir.

Bir görgü tanığı, Guillaume de Tyr, rastladığı Türkmenleri şöyle anlatır:  ‘Bu Türkmenler yabanıl kişiler. Kasabaları, köyleri, konakları yok. Daima keçe çadırlarda oturuyorlar. Çok hayvanları var. Koyunları, bir miktar keçileri ve hatta öküz ve inekleri bulunuyor. Çoban gibi yaşıyorlar.’” (Doğan Avcıoğlu- Türklerin Tarihi, Cilt: 1, Sf: 140)

“Haçlılar ve İslam coğrafyacıları, Anadolu’yu hala Rum (Roma) ülkesi diye tanımlarken, Türkmenler’e rastladıkları bölgeye de ‘Türkiya’ adını verirler. ‘Türkiya’ deyimiyle tüm Anadolu’yu değil, yalnızca göçebe Türkmenlerin yaşadıkları bölgeleri anlatmak isterler.” (İ. H. Danişment - Türklük Meseleleri, Sf: 122)
 
Türkiya, "Türkmenlerin yurdu" , "Türklerin diyarı" anlamında kullanılmaktaydı.

Genellikle Anadolu’yu çevreleyen uçlardaki dağ ve yaylalarda konaklayan bu göçebe Türkmenleri, yerlilerle karışmak suretiyle giderek Anadolu’yu Türkleştirecekler, Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin de kurulmasının bir bakıma alt yapısını hazırlamış olacaklardır.

1990'lara kadar azalarak devam eden yörüklük geleneği günümüzde Çukurova, orta ve batı Toroslar'da yaşayan 1500 den fazla aile tarafından hala devam ettirilmektedir. Bu geleneğin gelecekte alternatif bir turizm anlayışı içinde değerlendirilerek yaşatılabilmesi için çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye'de, Osmanlı döneminde 19. yüzyıldan sonra zorla iskan ettirilerek göçebe yaşam tarzından vazgeçirtilen gruplar da kendilerini "Yörük Türkmenler" olarak tanımlarlar. 17. yüzyıldan önce yerleşik hayata geçenler ise kendilerini "Manav Türkmenler" olarak tanımlarlar.

Aslında Türkiye'nin nüfusunun oldukça büyük bir bölümü köken olarak Yörük-Türkmen'dir, fakat Türklerin Anadolu'ya göçüyle yerleşik hayata geçen Oğuz Türkleri, "Türkmen" adıyla kalmış, göçebe kalanlar ise "Yörük" adıyla anılmışlardır. Bu yörükler de yavaş yavaş yerleşik hayat tarzına geçtikleri için, günümüzde özellikle Toroslarda göçebe Yörükler kalmıştır. Ancak göçebe yörüklere (fazla olmasa da) Türkiye'nin pek çok bölgesinde rastlanmaktadır. Günümüzde yörüklerin büyük bölümü ise tam yerleşik yaşam biçimine geçmişlerdir.