Çaldağı'nda neler oluyor?


İlginç bir olay

Turgutlu Çaldağı'ndaki nikel madeni çıkarma ve araştırma çalışmalarına ilişkin gerçekler, başından beri kamuoyundan gizlenmiştir. Yurttaşlar, tek kelimeyle ifade etmek gerekirse, asıl gerçekler kendilerinden saklanarak kandırılmaya ve uyutulmaya çalışılmıştır. 

3 Mart 2007 günü yaşananlar, bu ayrıntıyı yeterince anlatacak özellikte bir örnektir.

CHP Manisa Miletvekili Hasan Ören, Çaldağı'ndaki nikel işletmesinin çevreye vereceği zararlar konusunda TBMM'de uyarıda bulunarak, bu şirkete işletme ruhsatı verilmemesi konusunda ayrıca bir de 21 Aralık 2006 tarihinde 7/19753 sayı nolu yazılı soru önergesi verdi. Bunun üzerine de Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, maden arama bölgesinde inceleme yapacağını söyledi. Ancak önerge veren CHP Manisa Milletvekili Hasan Ören'e bölgeye 3 Mart 2007 tarihinde geleceği konusunda hiç bir bilgi verilmedi ve olaydan sadece AKP İl ve İlçe Başkanları ile İl Genel Meclisi üyeleri ve Turgutlu Belediye Başkanı haberdar edildi. Bakanın 3 Mart günü geleceğini bir şekilde öğrenen CHP Milletvekili Hasan Ören, Bakan Pepe'nin gelmesi beklenen saatte Çaldağı'na gidince, buradaki AKP'li yönetici ve temsilciler tarafından adeta baştan savılmak istenircesine, "Bakanın bölgeye gelmeyeceği, sadece helikopterle yukarıdan şöyle bir bakıp geçeceği" cevabını alıyordu. 

Anlaşılan, önerge sahibi milletvekilinden gizlice yapılması planlanan Çaldağı'ndaki teftişte özellikle "gizli" tutulmak istenen başka şeyler de vardı. Bu soruları da önergenin sahibi CHP 22. Dönem Manisa Milletvekili Hasan Ören, şöyle sordu: "Acaba Bakan Pepe, Bosphorus şirketi yöneticileri, AKP yöneticileri ve Belediye Başkanı ile gizli bir toplantı yapmayı mı planlamıştı? Ben önerge sahibi milletvekili iken bana karşı bu gizlilik ihtiyacı neden peki? Kimden, neyi saklamayı amaçlıyorlar? Başbakan veya bakanlar bir yeri ziyaret edecekleri zaman, tüm yetkililere, o partinin temsilcilerine ve o bölgedeki milletvekillerine mutlaka haber verilmesi gerekir. Bu bir devlet geleneğidir. Acaba Bakan Pepe'nin de her zaman uygulandığını çok iyi bildiği bu geleneğin neden bozulma ihtiyacı duyuldu? Oraya benim geleceğimi öğrenince Bakan Pepe gelmekten vaz geçtiyse, bu durumu daha vahim bir hale getiriyor, manzara daha da şüphe verici hale dönüşüyor. Eğer Bakan Pepe maden sahasına inmiş olsaydı, bölge halkı adına kendisine soracaklarım vardı..."

Bu konunun bu şekilde gelişmesi ve gerçeklerin gizlenmeye çalışılmasına ihtiyaç duyulmasının da başlıca bir kaç nedeni var. Bunların en başında gelen, Çaldağı'nda nikel madeni işletme yetkisi alan şirketin, maden çıkarma ve işleme sırasında kullanacağı yöntem ve madencilik yaparken uygulayacağı teknik ile ilgilidir. Öyle ki, bu yöntem nedeniyle bütün Gediz Havzası'nı "korkunç" bir çevre katliamı beklemektedir.

Okumak için tıklayınız: Ne tür bir çenre faciası söz konusu, tehlikeler neler?

Bir diğer neden ise, söz konusu şirketin kimliği ile ilgilidir:
Önceleri Bosphorus adı altında Çaldağı'nda nikel madeni işletme hakkı elde eden bu İngiliz şirketi bir hayli kötü imajı bulunan bir geçmişe sahip. 2003 yılından itibaren Turgutlu Çal Dağı'nda nikel işletmesi olarak hazırlık çalışmalarına başladıktan sonra, yöredeki ve özellikle Turgutlu'daki duyarlı çevrelerin gerçekleri fark etmesi ile gösterdikleri sert tepkilerin ardından isim değişikliği yapma ihtiyacı duydu. Önceleri Bosphorus Nickel Madencilik A. Ş. olarak Turgutlu'da faaliyet gösteren şirket, 2007 yılı Mayıs ayında ise isim değişikliği yaparak, Sardes Nikel Madencilik A. Ş. olarak faaliyetini sürdürme çabası içine girdi. Oysa 
konu isim değil, kullanılan yöntemdir. Ancak, bu tür isim değişikliği yapması ve yöre halkına sıcak gelen isimler altında çalışmayı tercih etmesi, yukarıda ilk olarak belirtilen neden dolayısıyla bu şirketin bir taktiğidir. Bunu da şirketin kimliği konusunu irdelerken daha detaylı olarak görebilirsiniz.

Bosphorus (şimdiki adıyla Sardes) hakkındaki bilgiler:

Bu bilgi neden önemli?
Bilginin önemi, söz konusu şirketin faaliyet gösterdiği her ülkede, kullandığı yöntem dolayısıyla bir çevre katliamına yol açacak olması nedeniyle en azından halktan gelecek tepkilerin en alt düzeyde tutulabilecek olmasını sağlamak için, yöre insanına sıcak gelebilecek isimler altında çalışmayı bir taktik olarak benimsemesinden kaynaklanıyor. 

Çünkü bu şirketin geçmişinde bilinmesi gereken çok önemli ve ilginç bazı gerçekler var. 
Bunlardan biri; nikel madeni çıkarma ve işletme sırasında sülfürik asit liç yöntemi kullanması ve bazı ülkelerde bu şirkete sülfürik asitle maden arama ruhsatı verilmemesi. Hatta bu şirketin Balkanlar'da maden arama bölgesinde çevreye verdikleri zarar nedeniyle halktan büyük tepki gördüğü için, 2005 yılında Sırbistan'dan kovuldukları bilgileri de yer alıyor.

Şirketin yöneticileri içinde en dikkat çekici isim ise Sir David Logan'dır. 
“Sir” ünvanı, bilindiği gibi, İngiltere’de Kraliyet ailesi tarafından bazı kişilere verilen bir asalet ünvanıdır. Bu unvan da David Logan’ın kimliğini anlamaya yeterli. Ama Logan’ın bir başka özelliği ise 1997-2001 yılları arasında İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi olarak görev yapmasıdır. 2002 yılında da emekli olur olmaz, European Nickel PLC şirketinin yönetim kuruluna istihdam ediliyor. İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi olarak Ankara'da ve İstanbul'da görev yapan Logan'ın bilinmesi gereken en önemli özelliklerinden biri de "Kıbrıs'ın Rumlaştırılması" için ortaya koyduğu çabalardır. 

2001 yılında görev süresi sona erer ermez, 2002 yılında söz konusu şirketin yönetimine girmesi ve yine bu şirketin 2002 yılında Çaldağı nikel madeni işletme hakkını elde etmesi ne kadar da anlamlı ve ilginç bir rastlantı? Ve bu kadar önemli bir diplomatın Bosphorus Madencilik gibi küçük çaplı, paravan bir firmada istihdam edilmesi ne kadar da şüphe uyandırıcı? “Sir” unvanı da olan emekli bir büyükelçinin, Çaldağı’nda nikel madeni arayacak küçük çaplı bir şirketin yönetimine getirilmesini, kendisinin geçim sıkıntısı nedeniyle böyle bir işe son derece ihtiyacı olduğu ile açıklayamayacağımıza göre… Şirket tarafından (veya ardındaki diğer finans güçlerince) kendisinden diplomasi yoluyla önlerindeki engellerin kaldırılmasını sağlayacak bazı kapıların açılması için faydalanmak amacıyla boyle bir göreve getirildiği yeterince açık.

Sonuçta, 2007 yılı şubat ayında Ankara’da YASED tarafından düzenlenen “Fırsatlar Ülkesi Türkiye” konulu panelin bir gün öncesi akşam yemeği sırasında Sir David Logan'ın AB görüşmelerinde "Başmüzakereci" olarak bilinen Devlet Bakanı Ali Babacan'a verdiği mektup, bir deyişle Gediz Havzası'ın idam fermanı gibi bir anlam taşır hale geldi.

Ama işte burada bir başka gerçek, Bosphorus şirketinin ardındaki asıl kontrol mekanizmaları olan diğer büyük şirketlerin kimler olduğunun da bilinmesi gerektiği konusu ortaya çıkıyor. Çünkü şirketle bağlantılı olan dünyanın en büyük emperyalist şirketi ve Türkiye'nin bor madenlerinde gözü olan Rio Tinto ismi burada da yer alıyor. Ülkemizdeki bor madenlerini ele geçirme hedefindeki Rio Tinto, aynı zamanda Başbakan Erdoğan'ın 2005 yılında Avustralya'da bor madenlerimizi "gizlice peşkeş çektiği" anlaşmadaki dünyanın 2 büyük madencilik şirketlerinden biri olan BHP-Billiton şirketi ile de bağlantılıdır. 

Şili'de Allende rejiminin devrilmesinde de adı geçen Rio Tinto'nun asıl amacı, Türkiye'nin bor madenlerini eline geçirebilmektir. Bu nedenle de "rüşvet kanunu"nu hiçe sayacak kadar yan şirketlerine çalışma izni sağlanması için Türkiye'de bol miktarda "teşvik primi" dağıttığı da biliniyor. Bu primlerin kimlere ve nerelere dağıtıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte, bilinen gerçek; dünyanın en büyük bor rezervinin Türkiye'de bulunduğu ve Rio Tinto'nun dünya bor rezervinin yüzde 70'ine sahip olan Türkiye'de bor madenlerini ele geçirmek istediğidir. BHP-Billiton'un aslında bor madenlerimizin peşinde olduğu da uluslararası belgelerde yer almaktadır.

Dolayısıyla, Sir David Logan gibi önemli bir diplomat ile bir başka yönetici Paul Lush gibi bir Rio Tinto çalışanının Bosphorus Madencilik gibi küçük bir firmada yönetici olarak istihdam edilmelerinin altında da, dünyanın en büyük bor rezervini ele geçirmek gibi bir amaç ve planın olduğu açıktır. Bu nedenle işe ilk olarak, yan veya paravan şirketlerine çalışma izni ve ruhsatı çıkarılması ve ardından da maden yataklarının yavaş yavaş ele geçirilmesi yolunun izlendiği görülebiliyor. 

Bosphorus şirketinin de Rio Tinto'nun yöntemini uygulayarak, Turgutlu'daki kimi kuruluş ve çevrelere bol miktarda çeşitli yardımlar yaptığı, Ankara'da da hükümet temsilcileri düzeyinde yaptığı çeşitli görüşmeler sırasında bu "teşvik primleri" konusunda bir hayli cömert davrandıkları da biliniyor.

 İlginç bir buluşma ve sohbet

2007 yılı Şubat ayında, bu İngiliz Bopshorus şirketinin Genel Müdürü Simon Purkiss, Ankara'da YASED tarafından düzenlenen "Fırsatlar ülkesi Türkiye" adlı konferansa katılan, verilen akşam yemeğinde de Başbakan Erdoğan ile görüşen 6 yabancı şirket temsilcisinden biriydi.

Başbakan Erdoğan
 ile olan görüşmesinde, Turgutlu Çaldağı'ndaki maden işletmeleri için destek isteyen Purkiss, yapacakları çalışma hakkında "çevreye zararı olmayan, temiz bir teknoloji" tanımlamasında bulunuyordu. Ama bu tanım, kesinlikle gerçekleri yansıtmıyor.

Dolayısıyla, sorulması gereken soru şu:
Bu şirket çevre sağlığı konusunda bir "teminat mektubu" vermiş midir?
Yoksa herşeyi "teşvik primleri" ile mi sağladılar?


Aynı konferansta ayrıca şirket yöneticilerinden Sir David Logan da bulunuyordu. 
Sir David Logan, verilen akşam yemeğinde AB müzakerelerinde Başmüzakereci olarak bilinen Devlet Bakanı Ali Babacan'ın masasında yer alıyordu. AKP Genel Başkan Yardımcısı Reha Denemeç ile uzun süre sohbet eden Logan, daha sonra cebinden çıkardığı kapalı bir zarf içindeki mektubu Devlet Bakanı Ali Babacan'a veriyordu. 

Durumu fark eden gazetecilerin ısrarlı sorularına rağmen ne Babacan, ne de Logan mektubun içeriği hakkında hiç bir bilgi vermiyor, onun yerine şirket Genel Müdürü Simon Purkiss, yalnızca "Türkiye'de en büyük ikinci İngiliz yatırımını Çaldağı nikel maden işletmesi olarak gerçekleştirecekleri"ni söylemekle yetiniyordu.

Tabii bu mektubun içeriği halen bilinmiyor. Ama şöyle bir kaç soru akla gelebilir:
- Bu mektupta, şirket tarafından katledilecek orman alanı için Orman Bakanı Pepe'nin sesini çıkarmamasının sağlanması için Babacan'dan bir ricada mı bulunuluyordu? 
- Bunun için bir teşvik primi (!) vadediliyor muydu?


Yukarıda anlattığım Çaldağı'nda yaşanan ilginç olayın bu mektup olayının geçtiği tarihten bir hafta sonraya rastlaması ne kadar da garip ama, değil mi?

Tıklayınız: Bu madencilik felaketinin yapılacağı yer olarak neden ve nasıl Turgutlu seçildi? 

Gediz Ovası'na hakim Çal Dağı'nda bu şirket tarafından nikel madeni işletme hazırlığı bölge halkında rahatsızlıklara neden oldu. Yapılması söz konusu olan çalışmalar ilk etapta Musacalı, Çampınar, Sarıbey, Temrek, Yakuplar, İzzettin, Musalar Yeniköy, Akköy ve Sinirli köylerini ciddi etki altına alıyor. Örneğin Çampınar köyü ile birlikte bir iki köy daha tarihlerinde ilk kez ciddi şekilde toprak kaymalarına maruz kaldı. Bütün bunlar, maden şirketinin daha deneme aşamasında yaptığı çalışmaların sonuçları. Bundan sonraki aşamada ise, 300 bin civarında ağaç kesilmesi ve orman alanlarının yok edilmesi sonucu daha ciddi ve endişe verici oranda toprak kaymalarının yaşanacağı kesindir. Çalışmaların sürmesi durumundaysa karşı karşıya kalınacak tehdidin boyutları çok daha büyük! Sorun sadece toprak kayması değil, tehlike tüm Gediz Havzası'nı yok edecek kadar ciddi ve büyük. Tehlikenin bu denli ciddi ve büyük olması ise, yapılacak olan nikel madeni ayrıştırma çalışmalarındaki sülfürik asit liç yönteminde yatıyor.

Tıklayınız: Sülfürik asit liç yöntemi nedir ve tehlikeleri nelerdir? 

Sülfürik asitle yapılacak olan nikel madeni çalışmalarında topraklarına tonlarca asit yağdırılması üzerine arazilerine, sularına, hayvan ve insan sağlığına büyük zararlar geleceğini öğrenen köylüler, bu konuda tepki göstererek şikayetlerini dile getirmişlerdi. Bu tepkiler, şirket yönetici ve temsilcilerinin "madende siyanür değil sülfürik asit liçinin kullanılacağı, havuzların geçirgenliğinin tamamen giderileceği, Turgutlu ve yöresinin ekonomik olarak kalkınacağı ve şirketin çalışmalarının süreceği 10-15 yıl içinde köylerinden 1000'den fazla kişiye de iş imkanı sağlanacağı" şeklindeki sözleriyle biraz yatışır ve kanar gibi olsalar da, Turgutlu'daki duyarlı ve bilinçli bir kamuoyunun kararlı mücadelesi, yeniden köylü yurttaşların uyanmasına neden oldu.

Öte yandan, Metalürji Yüksek Müdendisi Lütfü Tozar'ın da konuyla ilgili olarak yapmış olduğu araştırma ve yayımladığı rapor da şirket yöneticileri ve temsilcilerinin konu hakkındaki bu tür açıklamalarının doğruyu yansıtmadığını, asıl gerçeği halktan ve kamuoyundan gizleme çabası içinde olduklarını yeterli bir şekilde kanıtlıyor.

Lütfi Tozar'ın raporunu okumak için tıklayınız: Bir madencilik hikayesi ve gerçekler

  
 

 
 Gediz Vadisi'nin yok edilmesine izin vermeyin!