2 Temmuz, Sivas acısı

2 Temmuz, Sivas acısı
 
Aydoğan Yavaşlı
 
Bundan tam 14 yıl önce, 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta yaşanan gerici kalkışma, aşağı
yukarı yüzyıldır çağdaşlığı yakalama çabası içindeki Türk ulusunun tarihinde silinmez bir kara leke olarak kalmıştır. 

Tarihimiz boyunca bütün gerici kalkışmaların mutlaka emperyalizmden güç ve destek aldığı bugün artık sağduyu sahibi herkesin bildiği bir gerçektir. 

Nitekim 2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta, kente
Aziz Nesin’in gelmesini bahane ederek Madımak Oteli’ni ateşe veren ve orada 37 yurtsever sanatçının ölümüne neden olan vahşetin aktörleri de, esasen ülkemizi bölüp parçalamak isteyen emperyalizmin maşası olduklarını -belki de- bilmiyorlardı. 

Hepsi birer cumhuriyet çocuğu olmalarına karşın ellerindeki kara ve yeşil bayraklarla önce Kültür Merkezine, ardından Madımak Oteli'ne doğru azgın bir hayvan sürüsü gibi yürürlerken attıkları “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak!” şeklindeki naraların, gerçekte onları ortaçağın hangi karanlığına sürüklediğinin farkında değillerdi.

Onlar bunun bilincinde olmasalar bile arkasındakiler; Sivas’tan Ankara’ya, ordan Londra ve Pentagon’a kadar uzayan yollardaki güç odakları, varmak istedikleri yeri elbette çok iyi biliyorlardı. 10 Kasım 1938, saat 09.06’dan beri  amaçlarının peşinde, yerli uşaklarını yetiştirmeye başlamışlardı. 

Sivas ağrısı, Köy Enstitüleri'nin kapatılmasından tutalım ezanın yeniden Arapça okutulmasına, Meclis kürsüsünden “Siz istedikten sonra şeriatı bile getirebilirsiniz!” söylevlerinden İngiliz kuklası şeyh bozuntularının ellerinin öpülmesine kadar dayanır.

Bu halkın binlerce yıldır belleği olan türkülerini söyleyenlerin, semahını dönenlerin, yani o 37 dünya güzeli insanın katili, Gazi Mustafa Kemal’in ölümünden bir dakika sonra kollarını sıvamış ve uluslar arası arenada kendine ‘dost’ bulmada hiç zorlanmamıştır.

Gerçekte Sivas’ta canlarını verenlerin katilleri, “Tespih çekenle silah çeken bir olmaz”, “Bana milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz”, “Otelin önündeki halkımıza bir zarar gelmemiştir” diyenlerdir. “Lâikliği yeniden tanımlamak lâzım” diyenler ise o katillerin günümüzdeki uzantılarıdır. 

2 Temmuz 1993 günü ordaydım. 
Madımak Oteli’nin üçüncü katında... 
Eşimle ve Türk dilinin en güzel şiirlerini, en dokunaklı hikâyelerini, romanlarını yazan şair, yazar, eleştirmen ve denemeci dostlarımla birlikte. 

Bir akşam önce
Asım Bezirci ve Burhan Günel’le eleştiri üstüne konuşmuş, o gün öğle yemeğinden sonra Metin Altıok’un cigarasını yakmış, karikatürist dostum Asaf Koçak’a hâlâ mızıka çalabildiği için kızmıştım. 
Behçet Aysan, tansiyon düşüklüğüme çare olarak bana küçük bir şeker vermiş, iyilikler dilemişti. Onun son hastası olduğumu nerden bilebilirdim!? 

Sivas, öğretmen olarak ilk görev yerimdi benim. 
1975-1977 yılları arasında orada öğrencilerim olmuştu. 
İlk kitabımda yer alan şiirlerin neredeyse tümünü orada yazmıştım. 
Onlara şiirlerimi, oralarda yaşanmış hikâyelerimi götürmüştüm. 

Fakat emperyalizm ve onun yerli uşakları, geçen zaman içinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin tasarlanıp temellerinin atıldığı bu güzel orta Anadolu kentini, karadul örümceği gibi sarıp sarmalamış, insani bütün değerlerini yok ederek adeta bitirmişti. 

Bugün Türkiye’nin hemen bütün kurumları emperyalizmle, aşağı yukarı doksan yıl sonra bir daha yüzleşiyor. 
2 Temmuz 1993’ten de önce, 24 Ocak 1993, yani Uğur Mumcu’nun katledilmesi, bu yüzleşme serüveninde önemli kırılma noktaları olarak anılacaktır. 

14 Nisan 2007’de Tandoğan’da başlayan ve 13 Mayıs 2007’de İzmir Gündoğdu Meydanı'nda doruğa çıkan yüzleşme ve mücadele süreci, hiç kuşkusuz cumhuriyetin, demokrasinin ve özgürlüğünün utkusuyla taçlanacaktır. 

Sivas acısı aydınlık bir bilinç edinmenin ve o bilincin gereğini yerine getirmenin tarihi olacaktır.
Ölenler, ulusumuzun aydınlanma sürecinde birer ışık olarak kalacaklardır.

2 Temmuz 2007

 

Geri dön 

 

Ana Sayfa