Hak edilmiş ve hak edilmemiş yaşamlar


Devletin yaptığı bina yıkılır.
Köylünün yaptığı  ayakta kalır.
Devletin yatılı okuldur yaptığı...
Köylününki ise sadece bir ahır...
Halkın çocukları, devletin yaptığı o binanın altında kalır...
Ama hala ayaktadır o ahır.
Ve o köylü acıyla haykırır: 
“Devletin yaptırdığı bina yıkıldı!
Ama yıkılmadı benim ahır!”

Burası Bingöl. Yıl 2003. 
Yaşanan 6,4 şiddetinde bir deprem... 
Yıkılan sürüyle bina... 
Kaybedilen yüzlerce can... 

Evladı yıkılan binanın altında can veren bir ana haykırır: 
“Devlet bize mezar yapmış!”
Yaşananın adı: 
Kocaman bir kahır!...

Burası Yalova! Bir başka deprem bölgesi... 
Birkaç yıl önce, 17 Ağustos’ta tüm yurdu acıya ve kedere boğan o korkunç Marmara depreminde en büyük yıkımı ve can kaybını yaşayan bölgelerden biri Yalova...

Deprem sonrası yaptıkları inşaatta hırsızlık yaparak malzemeden alan ve 17 Ağustos’taki depremde çöken binalardan sorumlu tutulan müteahhitler ve bu müteahhitlere hatır için denetimden bile geçirmeden inşaat izni ve ruhsatı veren dönemin Belediye Başkanı Yakup Kasal, yapılan soruşturmalar sonucunda mahkum edilerek cezaevine atılır. 
Birkaç ay sonra, hepsi de mahkemeler sonucunda serbest kalır!...

Tarih: 4 Mayıs 2003. Bingöl depreminden birkaç gün geçmiş....
Vatan Gazetesi’nde sürmanşet bir haber:
“Yalova’da, bir çok kamu ihalesi, inşa ettikleri tüm binalar 17 Ağustos’taki depremde yerle bir olduğu için mahkûm olan müteahhitlere verildi...”

Bu müteahhitlerin, yaptıkları tüm binaların 17 Ağustos’ta yıkılmasının yanı sıra, bir başka ortak özellikleri daha var: 
Hepsi de Yalova Belediye Başkanı'nın cezaevinden koğuş arkadaşıdır...


 
Burası Bingöl... Yaşanan 6,4 şiddetinde bir deprem...
Devletin yaptığı bina yıkılır, köylünün yaptığı ahır ayakta kalır! 
Ve acılı bir ana haykırır: 
“Devlet bize mezar yapmış!”
Yaşanan şey bir dram değil artık. Sadece kahır!

Bu devletin politikasını, halkına bakış açısını her zaman eleştiririm. Devletin bir çok uygulamasını içine sindiremeyenlerdenim. Çünkü bizde devletin kendi halkına bakışı; halkının devletine hep kul-köle olması beklentisine göre şekillenmiştir. Temelinde ise; “kutsal devlet” anlayışı vardır...
Böyle olunca da devlet halkın hizmetine sunulmaktan çıkmış, halk devletine kul edilmiş, sonuçta da devlet halkın sırtına bindirilmiş...
Halkın çektiği ise kocaman bir  kahır... 
Çünkü sırtında taşıdığı devlet, kimlerin elinde ne hale gelmiş:
Hırsızların, dolandırıcıların, soyguncuların, çetecilerin ve onlarla kolkola girmiş siyaset bezirgânları tarafından kuşatıla kuşatıla, bu erki ellerine geçiren bu zümre tarafından, devlet halkı soymanın, halkı sömürüp ezmenin bir mekanizması haline getirilmiş!

Ama genel bir kural vardır: 
Dünyada hak edilmemiş bir yaşam yoktur.
Dolayısıyla, daha önce sokaktaki adam şöyle düşünmeli: 
“Peki, bugüne kadar devlet erkini kullanması için ben hep kimleri iktidara getirdim?”
Cevap: 
“Hırsızları. Veya onlarla kolkola girmiş siyaset bezirganlarını”

3 Kasım’da hırsızlardan kurtulmak için karar verdi bu yurttaş!
Ama sonuçta, hırsızlardan kurtulayım derken, bu kez de “gaspçılar”a çarptı!  
İşte AKP hükümeti ve yaptığı ilk icraatı: 
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, çıkarttığı yasayla geçmiş yıllarda hakkında açılan yolsuzluk davasından kendini kurtardı ve kendi kendini affetti.

Kulaklarımızda acılı bir ses çınlıyor hala:
“Devlet bize mezar yapmış!” 
Öyle ya, bizim çarpıcı ve yaman çelişkimizdir:
Devletin yaptığı okul yıkılır.
Ama ayakta kalır köylünün yaptığı ahır...