Efsanelerin en büyük Ana Tanrıçası: Kybele

Efsanelerin
en büyük
Ana Tanrıçası

 metin sert 

Kybele heykeli

Tarihte çok sayıda değişik uygarlıklardan birbirlerine zincirleme intikal eden benzer kültler yaratmışlar. İşte bereket, üreme ve yaşam döngüsünü temsil eden tanrılar zinciri: Mısırlı Osiris, Fenike dininden Yunanistana Afrodit’in aşığı olarak hicret eden, Etrüsklerle İtalyaya “Atunis” adı ile geçen Adonis, gene Fenikeli, bereketli yağmur, yıkıcı yıldırım simgeleri ile dönüşümü anlatan Baal-Hadad gibi hemitik-semitik kültürlü, Tammuz-Dumuzi (kökeni Sumer) gibi Ural-Altayik ya da Dravidien, Attis, Dionysos ile klasik dönemde onunla bir tutulan Yunan, Trakya, Frigya bölgelerinin bitki ve buğday tanrısı “Sabazios” Hint Avrupa tipleridir. Homeros’da adı geçmeyen, ancak, Hesiodos’un Theogonia’sinda “Kaos”, Gaia”, “Tartaros” ile birlikde dört özgün tanrıdan biri olan Aşk Tanrısı “Eros” da üremenin ve yaşam sürekliliğinin “arkhe”si-ilk sebebi olarak bu grup içinde yer alabiliyor.

Hatta bazı Hıristiyan teologları Hazret-i İsa’yı da, Tanrı ile akrabalığı bakımından bu sıralamaya sokuyorlar. Hazret-i Meryem’e de “Theotokos - Tanrıyı doğuran” olarak, Ana Tanrıça kabul edilen dişi ilahî varlıklar zincirinin son halkasıdır diyebiliriz.

Tanrısal kimliklerin ve işlevlerin iç içe girmesi bazen, klasik bilimcilerin “sentetik-bileşim ürünü tanrı” nitelemesine meydan verecek kertede ileri götürülüyor; bu da, özellikle fetihler ya da koloni kurmalar sırasındaki yeni etnik unsurlarla karşılaşmalarda onlarla bütünleşme, asimilasyon politikalarının gereği, zorlama ile oluyor.

Örneğin, bu politikayı bilinçli bir amaç olarak uygulayan ve fetihleri ile “Helenistik Çağı” açan İskender, bilindiği üzere fethettiği ülkeleri üç kumandanının yönetimine terk etmişti. Bunlardan Ptolemaios I. (Soter-Kurtarıcı) Mısırda kendi adındaki hanedanı kurdu. Bu hanedan zamanında, Sinop kökenli Yunan tanrısı “Serapis”, Osiris dininden geldiği iddiası ile Mısırlılarla ortak kült haline getirilmeye çalışılmış; ama Mısırlılar bu tanrıyı tutmamış; bu girişim fiyasko vermişti. Fakat Serapis kültü, Helenistik Dünyada, kozmopolit yerleşimlerde, halkın ortak inancı diye yutturulmaya devam etti. Kaystros Irmağı (Küçük Mendres) alüvyonlarının önüne henüz toprak yığmadığı antik dönemlerde çok işlek bir liman olan Efes'te “Serapis Tapınağı” hâlâ turistlerin ziyaretine sunuluyor.

Latince “Mater Deum Manga Idea-Tanrı Anası Büyük Fikir” diye tanımlanan Cybele “Ida” kısaltması ile de anılıyor. Roma’ya giriş öyküsü bu… Romalılar, onu, ayrıca kendi ilkel tanrıçaları Maia (Yunanlılarda Zeus’un aynı isimde sevgilisi var), verimlilik tanrıçası Ops, Ekin, tahıl tanrıçası Céres ile özdeşleştirdiler. Kybele’nin oturduğuna inanılan dağlara onun adı veriliyor: Frigyada (daha önce Kybele ya da epitet’i Dindymon adı ile) ona özgülenmiş Ida Dağı gibi, Edremit Körfezi kuzeyindeki, şimdi Kaz Dağları dediğimiz silsileye, Kıbrıs’daki Beşparmak dağlarına aynı isim verilmiş.

Bu açıklamalardan çıkaracağımız gibi, söylencelerin birbirine karıştırılması ile alabildiğine çelişkili şekiller de alan mitoloji ve tanrıların menkıbeleri, kurguları bakımından uydurmaca, saçma ve gülünçtür. Bunun için, insanlık “varoluş” ve “Tanrısallık” anlayışını daha derinden çözümleme gereksinimi duymuştur. Meryem Ana ile birlikte Efes’i ziyaret eden Aziz Paulus orada gördüğü tapınaklardaki tasvirlere isyanla, putperestlerin inançlarını tekfir etmişti. Ama sıkça yinelediğimiz gibi, mitoslar, derinliğinde zekâ ürünü olduklarını sezinlenen, insanların yaşamına kıyasen mesel olabilecek örnekler verebilen temel fikir alegorileri ya da paradigmaları oluşturmaktadırlar. Buna örnek olarak, coğrafyacı Pausanias’ın, Frigyayı gezerken mahallen öğrendiği aşağıdaki Kybele ve Attis öyküsünü verelim. Burada, Klasik dönemin oyun yazarı Sophokles’in, ahlakî kaygılar motifleri ile ördüğü ve Freud’un psiatri bağlamında örnek inceleme konusu yaptığı “Oidipus” teması, yani bir ana-oğul yasak ilişkisi, arkaik açık yüreklilikle verilmiş gibi görünüyor.

Frigya’da, Pessinos kenti Agdistis ismi verilen dağ’ın korunaklı tarafında kurulmuş. Bu dağın adı bir daimon olarak kişileştirilmişti (“daimon” Yunanlıların içlerinde hissettikleri bir tanrısal gücü kişileştirerek yarattıkları yarı tanrı, ikincil tanrı anlamlarını ifade ediyor). Bu daimon başlangıçda hem erkek hem dişi imiş. Olimpos tanrıları, onun her iki cinsi de içine alan kapsamlı gücünden ürktükleri için erkeklik organını kesip atmışlar. Atılan parça toprağı dölleyerek bir badem ağacı olmuş. Sangrion (Sakarya) Irmağı tanrısı Sangrios’un kızı (Naiad Sagaritis-Sangrion Perisi) Nana bu ağacını ürünü bir bademi alıp göğsünde saklamış. Nana daha sonra bu bademin kaybolduğunu, onun yerine göğsünde bir bebeğin uyumakta olduğunu görmüş. 

Attis” adı verilen çocuk büyümüş; tanrısal güzellikte, uzun saçlı bir genç olmuş; bir tekenin rehberliğinde kırları, tepeleri gezmeye başlamış. Dişil adı ile Kybele olan Agdistis onu görür görmez aşık olmuş (Pessinos’daki Kybele/Rhea tapınağını ziyaret eden Strabo “Coğrafya” adlı eserinde, orada Kybele’nin “Agdistis” diye anıldığını kaydeder). Fakat genci yetiştirip büyütenler, Kral Midas’ın kızı ile evlendirmek üzere onu Pessinos’a göndermişler. Düğün töreni sırasında, Agdistis/Kybele tanrısal yüce hâli ile ve düğünü engelleyeceğini belirterek Attis’e görünmüş. Genç, bu tanrısal zorlama karşısında çıldırarak, cinsel organını kökünden kesmiş; akabinde intihar etmiş (kimi öyküler Attis’in Sagaritis’e aşık olduğunu, bazıları çıldırıp dağlara kaçtığını nakleder). Bu sahneye tanık olan Midas, bundan esinlenerek, erkekliklerini Kybele’ye kurban eden iğdiş rahip “Korybantlar” törenini ihdas etmiş. Gencin acı ölümüne sebebiyet verdiğine nedamet getiren Agdistis, onun bu sonunu kabûl edemiyor. Attis’i yeniden, her dem yeşil bir çam ağacı olarak Dünyaya döndürüyor. İşte Attis’in “Hayat-Ölüm-Yeniden Hayata Dönüş Tanrısı” olma hikâyesi böyle.

İlk ve son baharlarda, Attis’in doğumunun ve ölümünün temsil edildiği törenler düzenlenirdi. Doğumunun kutlandığı bahar törenlerine (Hilaros = Yas tutma yasağı) sözcüğünden “Hilaria” adı verilirdi. Erkekliklerini Kybeleye kurban edecek rahip adayları kendilerini iğdiş ederlerdi. Daha sonra, onların kutsal Tanrıça ile evlenme ve temsili cinsel birleşme törenleri yapılırdı. Büyük ilahî varlıkla bütünleşme, boğa kurbanı (taurobolium) ve boğanın kanına bulaşma biçiminde temsil edilirdi

Kybele kültünün kabulünün, Kartaca tehlikesine karşı uğur getirmesinden olacak, Tanrıça Romalılarda daha da çok itibar görmeye başlamıştır. İnsanların kaderlerini belirleyen, onları kötülüklerden uzak tutan göklerin, yeryüzünün, denizlerin egemeni, madenlerin koruyucusu nitelikleri olmakla beraber tapınılması Bacchus (Dionysos) kültü ile ilgili uygulamalara paraleldi. “Gallicus” denilen kadın kılığındaki süslü,, takılı hadım Kybele rahipleri yönetiminde, Frigya kökenli müzik araçları (flüt, zil, davul) ile danslarla şenlik yapılırdı. Şiilerin Muharrem törenlerinde yaptıkları gibi dövünüp kendilerini yaralayanlar olurdu. Cumhuriyet döneminde bu inaç Romalılara yasaklandı. Halka çok çekici gelen bu inanca İmparatorluk zamanında izin verildi. Rahipleri itibar kazandı ve örgütlendi. Büyük kentlerde “Archigallicus-Başrahiplik” makamları kuruldu. Bunların temsilcisi “quindecemvir’ler denilen onbeş kişilik din büyükleri konseyi içinde yer aldı; İmparator da en yüksek din temsilcisi olarak bu konseye başkanlık etti.

Corybantlar hizmet dağılımı yaparak, “dendrphorus-ağaç taşıyanlar”, “cannaphorus” gruplarında yer alırlardı. Bu örgütlenmeye girmeyen, bir tür derviş diye niteleyebileceğimiz “metagyrtes” denilen gezginci din şarlatanları da “Kybele” adına halkı sömürürdü.

Roma’da, Kybele ve Attis mitosunu canlandıran festival 15–27 Mart arası düzenleniyordu. “Canna intrat-kamış getirme” ve “taurobolium-boğa kurbanı” ile başlayan törenler, ayın 20’sinde “arbor intrat-ağaç getirme” (badem ağacı), 22’sinde Attis’in sakatlanmasının simgesi “çam ağacı getirme”, 24’ünde yas günü (dies sanguinis-kanlı gün) ile sürdürülürdü. Yas gününde tekrar öküz kurban edilirdi. Ayın 25’inde Hilaria yani Attis’in dirilişi kutlanırdı. İmparator Claudius’dan itibaren, nisan ayında “Megalaesia” adında Kybele şenlikleri düzenlenmeye başlandı. Bu şenliklerden başka, gizli ritüeller de uygulanırdı. Bu törenlerde inisiyeler (dine yeni girecek olanlar) boğa kurbanı ve “criobolium-koç kurbanı” ile kutsanırlar; bazen kızgın demirle dağlanırlardı.

Yunan ve Roma sanatçıları Tanrıçayı, Frigya’dan aldıkları gelenekle iki aslan arasına oturmuş kadın figürü olarak ve elinde bereket boynuzu, başında gurur tacı olduğu hâlde betimlediler. Napoli Ulusal, Villa Pamphili, Vatika müzelerindeki heykelleri böyledir. Floransa’da büstü vardır. Ayrıca, gerek yalnız gerekse Attisle birlikde pek çok tabloya, çeşitli grafik sanatlara hatta halı üzerine yapılmış resimlere konu olmuştur. Roma dininin İ.Ö.VI. asırda başlayan Helenleşmesi Kybele’ye de İ.Ö.II. asırda yer verdi. Napolinin 20 km. kadar batısında kutsal bir kent olan Cumae’de “Sibylline Kitapları” yazıldı. Oysa bu kenti İ.Ö.VIII. yüzyılda Yunan kolonistleri kurmuşlar ve oradaki bir mağarayı kâhinlik merkezi yapmışlardı.

İnanışa göre, cadaloz bir bilici kadın buraya dokuz kehanet kitabı getirmiş. Sibyl kehanetlerini Vergilius da Eclogue IV. de yazmış. Plutarkhos’un yorumladığı gibi bu kehanetler, Yunan kentlerinin yıkımı, barbar ordularının istilâsı misali meşum öngörülermiş. Romalılar ise, Kartaca tehdidi, fırtına ve dolu gibi doğa afetleri ile geçirdikleri sıkıntılı günlerde İ.Ö.204’de Yunanlılardan öğrendikleri Sibyl kitaplarına başvuruyorlar; Frig kent’i Pessinos’un Ulu Tanrıçası Kybele’nin Roma’ya getirilmesi öğüdünü alıyorlar. Kara bir taş parçası halinde getirilen (baitylos) Tanrıça figürü Palatinus’daki tapınağa yerleştiriliyor. Bu kült Romanın çöküş dönemi olan M.S.IV. asırda kaybolacaktır.

Kaynak: Wikipedia


Yorumlar - Yorum Yaz